Uyarı

JUser: :_load: 989 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.
Cumartesi, 14 Ekim 2017 14:54

Milli Siyasetin Ruhu ve Dili (2)

Yöneticiler ve Yönetilenler:

Dünyâ hayatının yüzde doksan dokuzu karın doyurma telâşından, yüzde biri de siyaset dalaşından ibarettir.

Bu sebeple…

Minik cansız bedeni sahile vuran Aylan Bebeğin anası babası yani yönetilen halk misali, halk dünyanın her yerinde aynı mazlum halktır ve karın doyurma telaşındadır. Bebeklerinin canlarını kurtarma derdindedir.

Yöneticilerin ekserisi ise dünyanın her yerinde aynı kafada yöneticidir ve siyasi dalaş derdindedir. Fakat…

Arada sırada bir, Aylan Bebekler için gözyaşı dökebilen, Arakan’lıyı bağrına basabilen, Gazzeli Bebeklerin katilini azarlayabilen, milyonlarca karnı aç gönlü kırık mülteciye kucak açabilen yöneticiler ve “Ana hani benim püskevidim” diyebilen liderler de çıkabilir. Çıkabilir ama…

Mazlumlara sahip çıktığı için, hem içerideki hem dışarıdaki naylon siyasetçiler bir sürü sahte fatura kesip ödetmeye kalkışırlar. Ancak şunu hesap edemezler…

Mazlumun yanında olan siyasetin yanında; darbeci tanklarının altına yatarak, savaş uçaklarına ayakkabı fırlatarak, mermilere karşı çıplak göğüsle koşarak hainleri dize getiren “ÇILGIN BİR MİLLET” vardır.

82 Kerkük, 83 Musul… 84, 85..?

Petrol yataklarının üzerinde yaşayan Kürtleri çok aşırı seven(?) ABD, İSRAİL ve BATI güçleri, Kürtlere “Sizi çok seviyoruz, sevdiğimiz için size devlet kurduracağız, devlet kurmak sizin ulusal ve evrensel hakkınızdır, niyetimiz tamamen duygusaldır, altınızdaki petrolde falan vallah billah gözümüz yoktur, varsa önümüze aksın” diyorlar. Gaza gelip referanduma katılan Kürtlerin çoğu da bu aldatmacaya “evet” diyerek kendi ayaklarına kurşun sıkıyorlar.

Nasıl ki kediye ciğer emanet edilmez ise, bizim Hak’ka hizmet eden siyasetimizde de küresel kapitalizmin güçlerine petrol yataklarının üzerinde yaşayan veya yaşamayan Kürt Halkı teslim edilemez.

Bu nedenle…

Türkiye IBKY’ne bazı yaptırımlar uygular.

Bu yaptırımları, bazı aydınlarımız “halkı cezalandırmak” bâbında yorumlar. Hâlbuki cezalandırılan yönetimdir. Yönetime kendi halkını ateşe sürüklediği için ceza kesilir ki, halk uyansın, kendi yöneticilerine gereken cezayı sandıkta versin.

Yönetenler ve yönetilenler her şeye rağmen uyanmazsa…

Türkiye; özlediği muhalefetin diliyle: “5 bin ülkücü hazır demişsek karar verilmiş, söz ağızdan çıkmıştır. Boş konuşmuyoruz… 82 Kerkük dedik, 83 Musul dedik. Eğer 84’ü söyleseydik herhalde bunlar çılgına dönecek” diye gürleyerek “GÖNÜL DEVLETİMİZİN” plakalarına birkaç rakam daha ekler.

(NOT: Eski Kurtlardan benimle birlikte bu sayı beş bin ‘bir’ olmuştur.)

İşte… Halkları kucaklayıcı, yönetimleri cezalandırıcı, halkla yönetimi aynı görmeyen iktidar ve özlenen muhalefetin dili böyledir. Bu dil gelecekte çok ciddi sıkıntıların ortaya çıkmasına engel olacak dildir. Ne var ki…

Bazı akademisyen aydınlarımız, Cumhurbaşkanı ERDOĞAN’ın bizim Kürt kardeşlerimize karşı bir problemimiz yok, BARZANİ yönetimi ile ilgili tedbirler alıyoruz mealindeki açıklamalarını kasten duymuyor. Ayrıca AK PARTİ’nin en baştan beri uyguladığı Kürt politikası Türkiye ve Orta Doğu Kürtlerini kucaklayıcı iken bazı akademisyen aydınlar bu gerçeği büyük bir başarıyla göremiyor. 

İç Siyasette Dil:

Ben 1962 model sade bir vatandaşım ve çocukluğumdan itibaren, dinine inancına töresine bağlı insanlarımızın cuntacıların ve mıymıy siyasetçilerin ötekileştirici, yıkıcı ve parçalayıcı diline ve yaptırımlarına mâruz kaldığını müşahede ettim. İnsanımızın bu konuda yaşadığı sayısız zulme kendi hayatımdan tek bir örnek vereceğim…

28 ŞUBAT’a birkaç ay var… yüzbaşıyım. Eşim acil hasta. Özel aracımla bir askeri hastaneye gittim. Park ettim. Hastane nizamiyesine doğru yürüyoruz. Vatan evlâdı nöbetçi Mehmetçik üzgün bir ses ile bağırdı. “Durun, başörtüyle giremezsiniz!” Birkaç adım attım, kendimi tanıttım, eşimin acil hasta olduğunu söyledim. Mehmetçik, “Kusura bakmayın komutanım, başörtüyle şu çizgiyi geçerseniz ateş emri verildi! Hanımefendi çıkarırsa geçebilirsiniz” dedi. Bu arada biraz daha ilerlemiştim ve çizgiye basmak üzereydim. Mehmetçik tüfeği üzerimize çevirdi, ne olur komutanım dönün dedi. Tamam aslanım dönüyoruz dedim ve devlet hastanesine yetiştik.

Dönerken Şairler Sultanı’nın dizeleri zihnimden geçiyordu…

Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya.

Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

***

Mehmedim sevinin başlar yüksekte!

Ölsekte sevinin, eve dönsek de!

Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!

Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!

Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

Rahmetli Erbakan’ın cuntanın en şiddetli demlerinde; “Rektörler başörtülü öğrencilere selam duracak” çıkışına kadar bu tür mezâlim içimizde karabasan olmaya devam etti. Biz o söz ile yılların sıkıntısını biraz olsun üzerimizden atarken…

Devrânın “Postal Yalayıcısı” basını ve yazarları ve aydınları siyasetin bu dilini kışkırtıcı, bölücü, ötekileştirici ilan ederek “darbe isterük” çığlıklarıyla kazan kaldırdılar.

Takdîr-i İlâhî tecellî etti de kaldırdıkları kazanların hesabını millet seçimlerde sora sora defterlerini dürdü.

Rahmetli Erbakan’ın zulme karşı kullandığı sert dil gün geldi devrânı döndürdü.

Okul kapılarında sürüklenen, tartaklanan, dersten kovulan başörtü mazlumları…

Mesleklerinden inancı gereği ihraç edilen “bazı” mağdurlar bazı haklarını aldılar.

Usta ve Çırak:

Sert, bölücü, parçalayıcı, kışkırtıcı dil kullanmakla itham edilen Rahmetli Erbakan ve o zamanın “Çırağı”, günümüzün “Ustası” mıymıy dil kullansaydı, hak hukuk adalet tınlamayan cuntacılar ve tâifeleri hâlâ ensemizde boza pişiriyor olacaktı.

Zulme, zâlime, vesayete, cuntaya karşı kullanılan sert dil, evet, bence de yıkıcıdır, parçalayıcıdır, bölücüdür… ama zulmü, zâlimi, vesayeti, cuntayı yıkar böler parçalar ve tarihin tozlu raflarına gömer. Öyle de olmuştur.

İç barışın sağlanması, bir tarafın meselâ… mütedeyyinlerin ebediyyen “mıymıy” etmesine mi endekslidir? Hayır… İç barışın sağlanması “Millî İrade” ile seçilen hükümetin icraatlarına bağlıdır. Ve bu millet bu seçimi çok iyi yapmaktadır.

Artık, ülkemizde başörtülü ile başı açık TSK’da, Emniyette ve her devlet kurumunda yan yana kol kola işine gücüne gitmekte, çayında gününde birlikte eğlenebilmekte, acı ve tatlı günlerinde sarmaş dolaş olmaktadır. Gerçi… milletimiz bin yıldan beri hep böyledir. Birbirini inancından ve amelinden dolayı asla dışlamaz. Bizim sözümüz kendilerini bu milletin üstünde görenleredir.

Bu gerçeğe rağmen, bu gün bazı “Millî Görüşçü” (???) yazar çizer sırf laf olsun torba dolsun diye;

Yukarıda siyasetin kullandığı dilin aşağıya halka yansıması, daha şiddetli, yıkıcı ve parçalayıcı olmaktadır. Siyasetin ve devlet erkânının bunu göz önüne alması gerekmez mi? Bölgede yığınla problem varken öncelikli olarak iç barışın sağlanması için bu kırıcı, ötekileştirici dilin değişmesi gerekmez mi?” diyebilmektedir.

Maalesef ben sade vatandaş “Millî Görüşçü” olmadığım halde, ilkokuldan beri “Türk İslâm Ülküsü” sevdâlısı olduğum halde, “Millî Görüş”ün milini ekseninden kaydıran bu tür yazıları üzüntüyle okumaktayım.

(DEVAM EDECEK)

Son Düzenlenme Cumartesi, 14 Ekim 2017 15:32
Kemal Gökdoğan

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...