Perşembe, 20 Nisan 2023 12:37

“Varlık ve hareket dediğimiz şey, Ânlık Var – Yok edilişlerdir”

Kâinatın, yapı ve mekânı olarak; “uzay – zaman” ve bu iskelet ve resim tuvali üzerinde yaratılan “varlık”; “bölünemeyen”, ontolojik olarak, “bölünmesi mümkün olmayan”; tanım-ta’rif icabı “nokta” gibi, daha alt parçası olmayan “piksel”lerden oluşmuşsa; ki mantıken de, “uzay-zaman-varlık”ın, sonsuza kadar bölünmesi, bölünebilmesi mümkün değil; bu, muhâl ve mümteni’. O hâlde; “uzay – zaman çerçevesi” ve bu “mahâl / çerçeve / tuvâl / film – fotoğraf karesi” üzerinde yaratılan “varlık”; “sürekli ve kesintisiz” değil; yani “süreksiz ve kesintili.” Yani: “Ânlık fotoğraf kareleri” arasında, boşluk / yokluklar var.

 

Diğer ifadeyle: Varlık ve madde’yi; böle böle, bölünemeyen en küçük parçasına ulaşmamız gerekiyor. Aynı durum: Varlığın yaratıldığı ve bağlı olduğu; “Uzay – Zaman” örgü ve ağı, “ân – mekân” kafes ve boyutu için de geçerli. Yani: Üzerimizden geçen zaman ve süre ve yaşadığımız zemin ve mekânı; böle böle, bölünemeyen en küçük parça / mesafe / süre / mekân / ân / noktaya ulaşmamız gerekiyor. Yani: Madde ve varlık, uzay ve zamanın, dibi var ve olmalı.

 

Çünkü: Zaman ve mekân, süre ve mesafenin, sonsuza kadar bölünebilmesi mümkün değil. Aksi hâlde, yani bunun mümkün olduğunu kabul edersek; biz varlığın, “sonlu – sınırlı” zamanda, “sonsuz süre, zaman ve mesafeleri” katedip, adım atmasının; hattâ hareket etmesinin, muhâl ve mümteni olması gerekirdi. Ama nefs-ül emirde, realitede, vak’âda durum, bunun tam tersi. Demek ki: Bölünemeyen en küçük zaman süresi ve mekân uzunluğu var ve biz, bu bölünemeyen ân – mekânlarda; “var – yok” şeklinde; “bir ân var, diğer ân yok” ediliyoruz. Yani: Varlık ve vücud ve hareketimiz; bu ânlık var – yokedilişler ve tekrar tekrar yaratılışlarla mümkün ve vâki oluyor. (Zenon’un, fikri, hocası Parmenides’ten alıp, ürettiği paradoksun çözümü de, burada gizli.)

 

Eğer yeni bir keşif, gözlem veya teoriyle değişmezse; şu ânki Quantum Fiziğinde, “enerji”, kesintili / kesik / süreksiz enerji paketçikleri; yani “ayrık tanecikler” olarak kabul ediliyor. İşte “enerji” için kabul edilen ve hattâ, etkileriyle indirekt gözlenen bu durum; uzay ve zaman ve madde için de geçerli olabilir ve olması için de, zaten mantıken bir mâni ve aklî çelişki yok. Hattâ olması gereken, zorunlu bir sonuç bence bu. Çünkü: Cüzde olan birşey; toplamı olan küllde, hayli hayli oluyor demektir!

 

Eğer durum buysa; tanım olarak, “çizgi veya doğru”nun; boyutsuz ve bölünemeyen, en küçük “nokta”ların, ardarda bağlanmasından, meydana gelmesi gibi; “zaman” da; bölünemeyen, yani “süre geçmeyen”, en küçük “ân noktaları”nın; Şimdiki Zaman Perde / Ekranında, ardarda yaratılması / gelmesinden, zuhur etmekte. Aynı bunun gibi; “Uzay / Mekân” da; bölünemeyen, en küçük “nokta / pikseller”in birleşmesi ve ân ve ân var – yok edilmesiyle, vücuda gelmekte. Bunun diğer bir sonucu olarak: “Hareket” de; “Kâinat Ân Beyaz Perde / Ekranı”ndaki bir film şeridinin hızlıca oynatılmasında olduğu gibi; ânlık var – yok, geliş – gidişlerle zuhur etmekte.

 

İşte bu, daha küçüğü olmadığı ve değişik parça ve bileşenlerden oluşmadığı için; daha fazla parçalanma ve ufalanması; yani nicelenip, “Quantize olması” mümkün olmayan; bu “bölünemeyen ve üzerinden süre geçmeyen, bu en küçük uzay – zaman –madde – varlık nokta / piksel”leri; Quantum Fiziğinde anlatılan “Planck Birim / Uzay-Zamanı” olabilir. (Yani: Yaklaşık 10-35 metreden daha küçük uzay / boyut / mesafesi ve yaklaşık 10-43 saniyeden daha küçük zaman / boyut / süresi.)

 

Yoksa; “1 ân Geçmiş” zamana veya “1 ân Gelecek” zamana gidemediğimiz için; maddî ve fiziksel vücudumuzun, “1 ân”a sıkıştığı bedihî! Yani: Maddî – Biyolojik vücud / mevcudiyetimizin; (tıpkı bir resim ve fotoğraf karesi gibi) süre akmayan ve akması mümkün olmayan, “1 ânlık Şimdiki zaman”da olduğu; her ân yaşadığımız bir hâdise!

 

Eğer buraya kadar yaptığımız akıl yürütme ve çıkarımımız doğruysa; bu, bilim ve felsefede çok önemli ve nisbeten yeni kapı ve pencereler açabilir. Ve daha önemlisi: 1700’lerden beri çağımıza hâkim olan Bilim/sellik Epistemolojisinin (ve ontoloji, varlık anlayış ve nazariyesinin) bağlı ve bağımlı olduğu; Modern – Seküler – Lâik Paradigmanın, en başat inanç / aksiyom / önkabüllerinden olan; “Din ve Bilim” ile “Dünya ve Ahiret” arasında olduğuna inanılan, zihnî ve sun’î ayrımı da geçersiz kılar. Nedir bu yeni kapı ve pencereler?

 

Meselâ: Halâ birleştirilemeyen Quantum (Nicelik) Teorisi ve İzafiyet (Görecelilik / İzafiyet) Teorisinin birleştirilmesi; bu önvarsayım / aksiyom ve buna göre kurulacak, matematik ve varlık tasavvur / modeliyle, mümkün olabilir. Belki buradan; “kuvvet, enerji, ivme, hız, kütleçekimi ve zaman” gibi kavramlar ve bunlar arasındaki ilişki ve bağlantı; başka bir açıdan yeniden tanımlanıp; buradan yeni formül ve hipotez – teoriler üretilebilir. Hattâ ışığın; gözlem – ölçüm yapılıp yapılmamasına göre değişen, “dalga – parça” düalite / ikiliğine; (velev teorik bile olsa) bir çözüm yolu bulunabilir. Hattâ; “Herşeyin Teorisi”ne (Theory of Everything) benzer ama tüm “fizik – kimya – biyoloji – zihin ve madde – uzay – zaman”ı da birleştiren; daha büyük bir teori ve nazar (bakış açısı) ve varlık ve bilgi tasavvuruna, buradan ulaşılabilir belki…

 

Varlık ve hareket”i dediğimiz şey; “Plânck Ân-Mekânı”nda gerçekleşen; “ân’lık var-yoklar”la oluyorsa eğer. Bunun anlamı: Bilgisayar monitöründeki piksel noktalarının; biri sönüp, diğeri yanınca; görünüş ve algımızda, monitördeki “nokta” veya “çizgi” ve “resimlerin” hareket ediyormuş, “vehim ve algı, imaj ve görüntüsü” oluşması gibi; evrendeki, “varlık ve hareket” de, bu bilgisayar monitöründeki varlık ve hareketler gibi oluyor ve yaratılıyor demektir. Yani: Uzay – Zaman’ın yapı ve dokusu ve bu doku üzerinde yaratılan, “varlık ve hareket ve zaman”, böyle yaratılıyor ve / veya zuhur ve vücuda geliyor demektir.

 

Yani: Sinema Beyaz Perdesi veya bilgisayar ekranındaki gibi; Kâinat Ekranında da; biz fizikî varlıkların; bir ân var edilip ve sonra bu ân’ın yok edilip, yeni bir ân yaratılmasıyla; bu “ân’lık var – yok / gelme – gelme / 1 – 0 / Ol – Öl / Bekâ – Fenâ”ların; ardarda Kâinat Ekranında görünüp – kaybolmasıyla; “varlık ve uzay – zaman ve hareket ve kuvvet – enerji”nin varlık ve devamiyeti sağlanmakta. Yani: Kesikli – kesintili; yani süreksiz…

 

Evren” dediğimiz; “Şimdiki Zaman-Mekân” beyaz perde ve monitöründe; “gelecek zaman”dan gelip, “şimdiki zaman-ân-mekân”a uğrayan / olan ve oradan “geçmiş zaman / ân”a dökülen ve oradan tekrar “gelecek zaman”a bağlanan, “dairevî” bir akış ve döngü şeklinde; varlık ve hareket ve hâdiseler, vücuda geliyor / yaratılıyor.

 

Herhâlde ‘zaman’ın “doğrusal” (lineer) değil de, “dairesel / dairevî / döngüsel ve helezonik” olduğu konusunda, bir tartışma yoktur. Çünkü: Zaman’ın bu; başlangıç ve bitişleri tek noktada bağlayan, bu dairevî döngüselliği; mikrodan, makroya, tüm varlık ve varlığın hareketi ve geçirdiği hâl / tahavvül / tavırlara bakılıp; bizzat görünen ve müşahede edilen bir süreç.

 

Ana konumuz bu olmadığı için, birkaç örnek vererek geçelim: Zerreden – şemse; temel hareket olarak, herşeyin dönmesi…, Gece ve gündüz ve mevsimlerin dönmesi…, Kaos Matematiği ve Fraktal Geometrisi…, Kur’an-ı Kerîm’de anlatılan; tarihî ve / veya sembolik ve / veya arketip kıssa ve olay ve mu’cizelerin; (insan ve / veya toplum, madde ve / veya kâinat plânında,) zaman ve tarih içerisinde tekrar etmesi ve edecek olması…

 

Meselâ: Cennet gibi korunmalı anne rahminden; aşağıya, dünyaya inmemiz, düşmemiz, doğmamız… Meselâ: Yaratılan Hz. Âdem Âleyhisselâm’ın yaşadığı “Ta’lim-i Esmâ” hâdisesi gibi; doğan her Âdemoğlunun da, eşyanın isim ve anlam ve işaretlerini öğrenmesi; yani dil (anadilini) öğrenmesi. Veya: Her Âdemoğlunun, büluğa erip, (kendisinin ve / veya neslinin, sonsuza kadar yaşaması ve devam etmesi isteği gibi nedenlerle) Yasak Şecereyi arzulaması ve temas etmesi ve bu aşamadan sonra; herşeyin ayağına geldiği ve iyi – kötü farkını bilmediği, “Çocukluk Cenneti”nden çıkması; böylece doğumla yaşadığı ilk düşüşten sonra, ikinci bir aşağıya düşerek, dünyaya inmesi; büyümesi ve böylece sorumluluk alması, çalışması, yorulması (peşin Cennet’in olmaması)

 

Meselâ: Saçsız, dişsiz, buruşuk ve konuşma bilmez doğup; sonra yaşlanınca da, (filmi başa sarar gibi) aynı duruma dönmemiz… Anne – baba ve bizim yiyip – içtiğimiz topraktan; toprak elementlerinden yaratılıp ve sonra ölünce, mezarda; tekrar, aynı kaynağa dönmemiz…

 

Elhasıl: Herşeyin başı ve sonu, “dairevî” (ve belki yükselen ve alçalan, sağ – sola da hareket eden ve dönen, bir helezon şeklinde) birbirine bağlı. Yani: Mikro ve makroda, zaman ve mekân içerisinde, birbirini tekrarlayan patern ve şablon ve örüntüler var. Sadece: İcmâl ve tafsil, küçük ve büyük gibi bazı farklar var.

 

Böylece: Gözlerinin zayıflığından, mikrodaki harfleri okuyamayanlar için; aynı mâna ve işaretleri, makroda okuyabilsinler diye. Veya: Makroyu, büyüklüğünden okuyamayanlar; mikroda, okuyabilsinler diye. Böylece; her nev, her cemâat; melekten – semeğe, zerreden – şemse; aynı mesaj ve dersi alabilsinler diye.

 

Yani: İster; “küçük olduğu için, uzak görünen” şeyleri büyüten mikroskopla bakalım ve isterse; “uzak olduğu için, küçük görünen” şeyleri yaklaştıran teleskopla bakalım; aynı şeyler, farklı büyüklük ve harflerle anlatılmış…

 

Elhâsıl: Sünnetullah ve Kader Kanunundan kaynaklanan bir Emr-i Kevnî / Tekvinî sonucunda oluşan, bir çekim (attract/ion) [ve / veya itmeyle]; varlık ve hâdiseler, bu olasılıklara çekilip; sanki bu merkez ve olasılıklar etrafında, bir nevi tavaf yapıp, dönüyorlar. Belli bir olasılık ve gerçekliğe çöküyorlar. Bunun sonucunda: Mikroda yeralan ve rastgele ve tesadüfî gibi görünen zerrenin hareket ve durum ve olasılıkları; makro ve bütünde, yerini, belli bir olasılık ve patern ve gerçekliğe bırakıyor… Eski deyişle, Tevhid ve vahdet Nazarıyla ve yeni isimlendirmeyle, Bütüncül ve holistik Paradigmadan bakınca; resmin bütününde, görünen bu.

 

Ana konudan gene saptık. Yani: “Evren”i; hiç hareket etmeyen, sabit bir sinema Beyaz Perdesi veya bilgisayar / Tv ekranına benzetirsek (ki aslında evren de, bu ân’lık var – yoklarla mütevavvil ve hemhâl); bu hareket etmeyen, yani daha küçüğü olmadığı / bölünemediği için, üzerinden zaman ve süre akmayan, bu “Şimdiki ân – Zaman – Mekân Evren Beyaz perde ve Ekranı”nda; varlığın, makro ve mikro plânda, devamlı ân’lık var – yok edilişleri; görünüş ve algımızda, kesintisiz bir varlık ve hareket ve zaman olduğu, vehim ve imajı doğurmakta!...

Ayhan Küflüoğlu

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...