Salı, 30 Haziran 2020 11:05

Sümenaltı edilmiş karanlık yıllarımız…

Suikastlar, adam kaçırma, etnik katliam, ideolojik ayrım, hesaplaşmalar, devletin içindeki karanlık yapılanmalar, sipariş hükümetler, askeri vesayetçilerin kiralık tetikçileri gibi saymaya harf yetmeyecek ama bir harf kadar değeri olmayıp, kendini devlet adamı sayan satılık kamu çalışanları…

Bu millete büyük travmalar yaşatan dönemin karanlık ara rejim havarilerini açık bir şekilde görebiliyoruz. 

Faili meçhul işlenen siyasi cinayetlerin cadde ortalarında, şehrin en işlek bölgelerinde gündüz vakti gerçekleşmesine rağmen, işlenen en adi cinayetin failini bile çok kısa sürede yakalayan devletin, siyasal cinayetlerde failleri yakalayamaması, halk nezdinde devletin bu cinayetlere göz yumması olarak algılanmaya sebep olmaktadır.

Türkiye siyasetinin 1990’lı yıllarda temel sorunu beceriksizlik ve iradesizlikti. Ancak bugün, bilinçli ve ülke için çıkarlar doğrultusunda demokrasi ve milli bütünlüğü korumaya çalışan siyaset aklını ve zeka farkını ortaya koyan milli bir irade söz konusu… 

Toplumun beklentilerine sessiz, sağır bir geçmişten, milli iradeye dayalı bir karar alma merci söz konusudur.

1993’de ülkemizde ara rejim isteyenlerin yaptıkları katliamlara, kaza süsü verilmiş cinayetlere rağmen tuzakları bozulmuş, amaçlarına ulaşamamışlardır. 

Ancak Türkiye nasıl karanlık bir yol haritasına çekilmiş… Gelin hep birlikte biraz maziye gidelim. 

5 Temmuz 1993 Sivas Madımak Oteli ve Başbağlar katliamları bunlardan sadece ikisiydi.

Uğur Mumcu’nun öldürülmesi, Adnan Kahveci’nin şüpheli trafik kazası ölümü, Orgeneral Eşref Bitlis’in uçak kazasındaki ölümü, Merhum Turgut Özal’ın ölümü, Bingöl’de 33 silahsız askerin şehit edilmesi, HEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar’ın öldürülmesi, Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın suikast silahıyla katledilmesi, Binbaşı Cem Ersever’in katledilmesi…

1993 yılında Türkiye’de demokrasiyi rafa kaldırıp ara rejim kurmak isteyen küresel güçler ve işbirlikçileri, yukarıda özetlenen cinayetlerden de anlaşılacağı gibi Türk Milleti içindeki hemen hemen tüm farklı unsurların sinir uçlarına dokunmuş ancak yine de istedikleri başarıyı elde edememişlerdir.

1990’lı yıllarda Türkiye’yi beceriksiz ve iyi işleyemeyen koalisyon hükümetleri yönetirken, iç çekişmelerle Çiller ve Baykal erken seçim şartıyla yeniden koalisyon masasına oturdu. Hükümet koalisyon batağına saplanarak seçimlere koştu.

Refah Partisi ve 28 Şubat garabeti Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi’nin birinci parti olarak sandıktan çıkması beyaz Türkleri şok etti. Erbakan hükümet kurma görevini aldı ama, koalisyon kuracak ortak bulamıyordu. Çünkü laiklik üzerinden halkı bölen mihraklar Erbakan’ı büyük bir tehlike olarak görüyorlardı. 

29 Haziran’da Çiller ve Erbakan arasında yeni koalisyon hükümeti ilan edildi. Gazete köşelerini işgal eden ve halkın dinine düşman olan gazeteciler muhafazakarların iktidarından duydukları rahatsızlığı kaleme alıyorlardı. 

Medyaya verilen emir doğrultusunda Erbakan hükümetini karalama kampanyasının düğmesine basıldı. Her gün askerlerin rahatsızlığından söz ediliyor, laik anti laik çatışmalarından ve malum medyanın deyimiyle dincilerin kemalist ve laiklere baskı uyguladıkları hatta saldırdıklarını gösteren asparagas haberlere imza atıyorlardı. 

Yani kısacası bugünün huzurunun ve sükunetinin geçmiş yıllarda ödenen bedellerden kaynaklandığını unutmayalım.

28 Şubat’ın hafızasını halen benliğimizde diri olarak yaşatmaktayız. Birilerinin tuzu kuru olabilir ancak o tuzu kuru olanların geçmişte, yaptıkları ihanetlerle yer aldığını unutmayalım.

Bugün bizdeki yeşil sermaye istediği gibi süslüman dönemini yaşarken, geçmişini çok rahat silebiliyor. 

Başörtüsü, kamusal alana veya kamu yönetiminden birçok yaşam alanına rahatlıkla entegre olabiliyor. 

Dün başörtüsü ile oğlunun içeride olduğu askeriyeye kapıdan içeri girilemezken, bazıları yerel yönetim kapılarından kovulurken, sakalından dolayı, inancından dolayı dışlanırken bugüne vardığımızda yaşanılanları çok çabuk sildik.

Bugün alevi vatandaşlar istediği gibi her türlü sosyal yaşam alanında bulunabiliyor ve kendi hür iradesini yaşam alanını seçebiliyor. 1980’li veya 1990’lı yıllardaki gibi kendini saklamıyor. Devrimci ruhu taşımakta istediğiniz kadar borsa oluşturabiliyor, cem evlerini istediğiniz kadar açabiliyorsunuz…

Bugün Kürt vatandaşlar 1980’li, 1990’lı yıllardaki gibi cezaevindeki işkenceler sonucu faili meçhul cinayetlerle ortadan kaybolmuyor. Sokak ortalarında infaz edilmiyor. Beyaz Toros’larda cinayetler işlenmiyor. 

Kimselerin evi basılmıyor gece baskınlarında… Kimse yatak odalarınıza girmiyor, Kürtçe müzik dinlediniz diye işkence görmüyorsunuz. Anne baba Türkçe bilmiyor diye mahkeme salonlarından atılmıyorsunuz. 

Bütün bunların karşılığında “Türkiye geçmişte daha fazla özgürlükçüydü” demek aptalca bir fikirden başka bir şey olamazdı. 

O Türkiye’den bu Türkiye’ye…

Haydi hep birlikte bağırın yine de: Diktatör Erdoğan…

Sabri BALAMAN

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...