Pazartesi, 15 Ocak 2024 12:55

Nefsimizi Sorgulamak

bina... Kütüphanede tozlanmaya terkedilmiş bir şaheser, Miras masasına oturtulmuş bir ömür Ve daha niceleri... 

İşin garibi, bu dünyaya yeni ayak basanlar mazinin bu değişken manzarasını görmez, göremez, yahut görmezlikten gelirler. 

Ve yeni bir devranı sürmeye başlarlar...

Bu kervan da böylece gider durur. 

Çiçekler, öncekilerin solduğunu bilmez, yine açar. Bebekler, evvelkilerin öldüğünden habersiz, yine doğar. Yazarlarımız, günün birinde unutulacaklarını dikkate almaz, yine yazar. Kazananlar, sonunda bırakıp gideceklerinden gafil, yine çalışır...
Bir kudret, kâinatı böyle çevirir; bir hikmet, canlıları böyle sevk eder ve bir sır insanları böyle çalıştırır... Yerküremiz, misafir öğüten sofra... Hem misafirler, hem de rızkları aynı sofradan çıkıyor... Sonunda her ikisi de ona dönüyorlar. Rabbimizin emrindeki Toprak ana; meyveleriyle beslediği insanoğlunu sonunda bağrına basıyor. Ve onu element hâline getirinceye kadar öğütüyor. 

İnsan, daha dün sofrasının başındayken, bugün bir sofra olarak toprağa gömülüyor ve yeraltındaki canlıların istifadesine sunuluyor.

Dün, koyunlar onun için otluyor, ağaçlar meyvelerini ona uzatıyorlardı. Güneş onun için doğuyor, dünya onun için dönüyordu. Toprak onun için mahsul veriyor, sular onun için akıyordu... 

Ama şimdi o aziz misafir, hayattayken tırnağının ucuyla ezebildiği küçük hayvanların esiri olmuş. 

Toprakta başlayan hayat, yine onda son buluyor, Garip bir sır, acibe, bir muamma...

İnsan bu bilmeceyi çözemedikçe, neden zevk alabilir? Onu ne tatmin edebilir?... 

Madem ki öğütüleceğiz, ilk hâlimize döneceğiz; o halde bu âleme niçin geldik? İnsan bu sorunun cevabını Hiç olmazsa Mübarek üç aylara girerken şu Regaip gününde bir tefekkür etse ve etsek aksi takdirde, kendini sorgulamadan bizler; doyasıya yiyememeli, gönlünce giyememeli, keyfince gülüp eğlenememeli... 

Şu mübarek gecede; İnsan ruhunu düşündüm. Onu zaman yıpratabiliyor muydu? Dünya onu eskitebilmiş miydi?.. Hayır! Tam aksine 
O zaman geçtikçe olgunlaşıyor, bilmediklerini öğreniyor, daha da terakki ediyordu... Yıpranan beden idi. Toprağın öğüttüğü de beden idi. Ruh bu tezgâhta dokunmamıştı ki onda öğütülebilsin.

İnsan da, bu dünya imtihanında, ruhuna iyi veya kötü neyi mal etmişse, onlarla bu dünyadan göçüp gidiyordu. 

Bu değirmenin taşları, ruhu ve ona mal olanları öğütecek güce sahip değildi... Bu düşüncelerle ruhum rahatladı, gönlüm sürurla doldu.

İyiden iyiye anladım ki: 

Bu dünyaya Allah’ın iradesiyle gelen, Onun lütuflarıyla hayat süren insan, yine Onun sevk etmesiyle ölümü tadacak, mahşere çıkacak, Ona rücu edecektir... Ona; mümin, mutî, salih olarak rücu edenler, ebedî saadet menzili olan Cennete sevk edilecekler. Cennet güzeller ve güzellikler diyarı... Âmirin de güzeli oraya girecek, memurun da; zenginin de güzeli oraya gidecek, fakirin de... İçeriye sadece güzelliklerini götürecekler. 

Değerli Dostlar; Dünyevî makamları rütbeleri ise dışarıda kalacak. Dışarda mı kalmaya yoksa rıza dairesine mi girmek istersiniz” nefsimizi sorgulamak” tercihi sizin.

 

 

Mehmet Kanmaz

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...