Pazartesi, 11 Aralık 2017 10:31

Kudüs’ü Kurtarmak Yeter Mi?

Kudüs’ü güncel fitne ve güncel zulümden kurtarmak yeter mi?

Yetmez.

Bunu ben demiyorum.

İnsanlığın vicdanı diyor.

Tabii ki insanlığını yitirmemiş, zulümle örtülmemiş insanlığın vicdanı diyor.

Ve bir de tüm insanlığa hidayet rehberi olan Kur’an diyor:

“Ve kâtilûhum hattâ lâ tekûne fitnetun ve yekûned dînu kulluhu lillâhi, fe inintehev fe innallâhe bimâ ya'melûne basîr.”

“Ve hiçbir fitne (insanın akıl ve kalbini doğrudan, hak ve hakikatten saptıracak şey) kalmayıncaya ve bütün dîn Allah için oluncaya kadar, onlarla kıtalde bulunun (her türlü silahla savaşın)...” (ENFAL/39)

Demek ki... Sadece Kudüs'ü kurtarmak yetmiyormuş. Hiç bir fitne kalmayıncaya kadar savaşma gerekiyormuş. Ancak, böyle bir şey mümkün mü? Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar savaşmak hakikate, akla, mantığa ve fıtrata uyar mı? İnsana kaldıramayacağı yükü yüklemeyen Allah "olmayacak bir şeyi" emreder mi? 

Bu soruların cevaplarını vermeye ve fitneyle savaşmak emrinin hikmetlerini bulmaya çalışalım...

Biz şuna inanıyoruz ki Kur’an âyetleri hak ve hakikatin, doğrunun, adaletin, pozitif düzenin ezelî ve ebedî hükümleridir.

Ve bu hükümleri Hz. Muhammed a.s. varlık ve varoluş âleminden “âyet âyet” okumuş ve insanlığa yaşamıyla fiilen (eylem) ve kavlen (sözle) tebliğ etmiştir.

Yaşadığı dönem ve bölgenin fitne odakları olan müşrik ve putperest Arapların, Arabistan Yahudilerinin, İran ateşperestlerinin, Bizans-Mısır ve Yemen Hıristiyanlarının fitne düzenleriyle son nefesine kadar savaşmak farzını edâ etmekten bir adım geri atmamıştır.

Hz. Muhammed a.s. insanın akıl ve kalbini doğrudan, hak ve hakikatten saptıracak şeylerin iç yüzünü önce “Mekke Dönemi”nde “söz ve fikir” savaşıyla ortaya çıkarmış, sonra “Medine Dönemi”nde “söz ve fikir” savaşına “kılıç ile, ekonomi ile, siyaset ile, kültür ile savaş”ı da eklemiştir.

İşte... Hz. Muhammed a.s. kendi nefsinde ve kendi toplumunda ve kendi döneminde Allah’ın “FİTNE İLE SAVAŞIN” emrini MEKKE, MEDİNE ve civardaki bir kaç şehir devletini fethederek ve oralarda hak düzeni kurarak yerine getirmiş ve sonsuzluk âlemine böylece alnı ak yüreği pâk olarak hicret etmiştir.

Peki, Rasulullah’ın toplumlar ve şehir devletleri üzerinde kurduğu düzen ve kaldırdığı fitne tamamen yok mu olmuştur? Fitne düzeni yerine İslâm düzeni o toplumlarda ve o beldelerde bâkî mi kalmıştır?

Hayır.

Rasulullah vefât  eder etmez fitne yine aynı yerlerden ve aynı toplumlardan hortlamış, zulmüne kaldığı yerden, Müslümanları da hedefe koyarak daha vahşice devam etmiştir.

Nasıl ki fitnenin İlâhî hikmete binânen dâimiyeti var ise fitneyle savaşın dâimiyeti de aynı hikmet sırrıyla mevcuttur.

Rasulullah’ın gönül ve kılıç dostları Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin Rasulullah’dan sonra fitneyle savaşta dâimiyet sırrının öncülerindendirler.

Evet... tarih tekerrür eder, fitne tekerrür eder, fitne ile savaşmak da tekerrür eder.

Devran böylece döner.

Fitne ile savaşın asıl sırrı ve hikmeti, fitneyi yok etmek değildir, fitneyle mücadele ederek Allah’a kulluk vazifesini kanıtlamaktır. Çünkü fitne savaşla, mücadeleyle, barışla, diyalogla yok edilemez. Sen fitneyi yok ettim yanılgısına düştüğünde bil ki fitne tarafından kandırılmış ve ele geçirilmişsindir. Çünkü fitne Allah’ın yarattığı bir kanundur ve kıyamete kadar çok değişik versiyonlarıyla ömür verilmiştir:

14-İblis dedi ki: “(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.”

 

15-Allah da, “Sen süre verilenlerdensin” dedi.

 

16-İblis dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.”

 

17-“Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.”

 

18-Allah, dedi ki: “Yerilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan. Andolsun, onlardan sana kim uyarsa sizin, hepinizi cehenneme doldururum.” (A’RAF SURESİ)

Fitneye kıyamete kadar mühlet verilmekle birlikte...

“Veltekun minkum ummetun yed’ûne ilel hayri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munker, ve ulâike humul muflihûn.”

“İçinizden hayra (Hakk'a) davet eden, Hak ve hakikate göre hükmedip, Din'e ters olan şeylerden uzaklaşmanızı tavsiye eden bir topluluk olsun. İşte onlar kurtuluşa ereceklerdir” ( ALİ İMRAN-104) Âyetiyle de “FİTNEYLE SAVAŞÇILAR”ın her dönemde ve her bölgede her zaman mevcut olacağı da müjdelenmiştir.

Söz ve fikirle, ekonomiyle, siyasetle, kültürle, bilimle, sanayiyle, ticaretle, inançla, hukukla, adaletle fitneye karşı savaşan “o topluluklardan” Allah bizleri ayırmasın.

Müslümanın fitneyle mücadele vazifesi Hâbil ile başlamış, Nuh ile, Zülkarneyn ile, Süleyman ile, Musa ile İsâ ile ve saymadığımız yüz binler Rasul/Nebî ve Muhammed ile (hepsine selâm olsun) kemâle ermiş... Sahabe, Tabiin, Selçuklu ve Osmanlı Türk-İslâm cephesiyle sürdürülmüş ve bu mücadele Türkiye Cumhuriyeti’nde “MİLLÎ SİYASET” ekolüyle yep yeni boyutlar kazanarak devam etmektedir.

Biraz da bazı beldelerin mukaddesat meselesine değinelim...

Mekke’nin, Medine’nin ve Kudüs’ün “mukaddes beldeler” olması toprak boyutuyla ilgili bir mesele değildir. Eğer oralar toprak nedeniyle mukaddes olsaydı oralarda FİTNE diye bir şeyin zerresine rastlanmazdı. Hâlbuki o beldelerin toprağından tecellî eden Müslümanlık dâhil her din ve her ırktan insanlar fitnenin âlâsını koparmıştır. Hâlâ da en âlâsını koparmaya devam etmektedirler. Ancak...

Aynı belde, aynı toprak fitneci bedenleri ve ruhları tecellî ettirdiği gibi fitne düzeninin iç yüzünü kendi dönemlerinde ap açık ortaya koyan Süleymanları, Dâvutları, İsâları ve Muhammedleri de (hepsine selam olsun) tecellî ettirmiştir... İşte beldelerin mukaddesat sırrı ve hikmeti budur.

Fitneyle mücadele yöntemini ve mücadelenin değerini son olarak ana hatlarıyla şöyle özetleyebiliriz...

Fitneyle en etkili savaş silahı en başta İslâm Ahlakı’nı nefsimize hâkim kılmak, fiiliyata dökmek ve bedenden bedene ve gönülden gönüle yaymaktır.

Beyinde üretilen her hayırlı düşünce, kalpte alevlenen her iman, secdeye giden her alın, dillerden yükselen her duâ, sapanlardan fırlayan her taş, tankların önünde duran her çocuk, meydanlarda gürleyen her tekbir, mitinglerle yapılan her protesto ve gözlerden damlayan her mazlumun her bir gözyaşı...

Millî Siyaset ile Beyaz Saray’a verilen her ayar, BM kürsüsünden yapılan her haykırış...

Türk-İslâm Ülküsü ve Nizâm-ı Âlem Gâyesi ile atılan her adım...

Sünnileriyle, Şiileriyle, Alevîleriyle, cemaatleriyle, tarikatlarıyla, lâikleriyle, dernekleriyle, vakıflarıyla fitneye karşı mücadele amacında tek yürek olan İslâm Coğrafyası... (tek yürek olmayanlar zaten fitne tarafındaki tekliktedir)

Ve en geniş perspektifiyle her devlet her din ve her ırktan zulme karşı verilen her tepki...

Kudüs’de ve yeryüzünün her noktasında fitneye karşı verilen sonsuz savaşta “AYNI DEĞERDE”dir.

Peki, güncel fitneyi güncel Kudüs’ten kurtarmak yeter mi?

Yetmez, çünkü...

Fitneyi Kudüs’ten kovsan New York’a, New York’dan kovsan Pensilvanya’ya, Pensilvanya’dan kovsan Kâhire’ye, oradan kovsan başka bir yerin “KILCAL DAMARLARINA SIZARAK” yine yerleşir. Çünkü “FİTNE İTTİFAKI”nın kıyamete kadar ömrü var.

“FİTNE İLE SAVAŞ İTTİFAKI”nın ise ömrünün de mücadelesinin de sonu yok.

Bizim için önemli olan, günümüzde “HAÇLI-MASON-SİYON-FETÖ” ittifakı fitnesinde hangi tarafa hizmet ettiğimizdir.

Dünyaya geliş amacımız burada fitneler karşısında tarafımızı belirlemek ve sonsuz dünyamızda da aynı yolda sonsuzluğa yürümektir.

Kemal Gökdoğan

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...