Perşembe, 25 Ağustos 2016 09:00

Aliya İzzetbegoviçten Adnan Tanrıverdi’ye veya Bir Bilge Kral’dan Bir Bilge Paşa’ya…

1994-1995 yılları arasında yüzbaşı rütbesinde iken görev yaptığım 2’nci Zırhlı Tugay Komutanlığında, Tugay Komutanımız Tuğgeneral Adnan TANRIVERDİ ile birlikte çalışmak bana da nasip oldu. 21 Aralık 1995 tarihinde YAŞ kararı ile nihayetlenen meslek hayatımın en güzel ve en verimli yıllarını bu tugayda geçirdiğimi söylemek maziye vefanın bir gereğidir.

Adnan Paşamızın gece-gündüz demeden yaptığı fedakârane çalışmalarıyla emir komutası altındaki tugay; gerek eğitim, atış, bakım, spor, tatbikatlardaki üstün başarısı gibi askeri konularda ulaştığı üstün seviyesiyle gerekse de hem eğitim tesislerinin hem de kolaylık tesislerinin mükemmel hale getirilmesiyle her bakımdan Türkiyede’ki tüm birliklere örnek gösterilecek seviye getirilmişti.

Adnan paşam; gerek subay ve astsubaylara gerekse de er ve erbaşlara fırsat bulduğu her an yaptığı konuşmalarında; “vatan, millet, bayrak sevgisi”, “başka ülkelere bağımlı olmadan yaşama ülküsü”, “vatan ve milletin bölünmez bütünlüğünün her ne pahasına olursa olsun temin edilmesi”, “milleti ayakta tutan milli ve dini değerlere sahip çıkılması ve her daim titizlikle muhafaza edilmesinin gerekliliği”, “bu vatanın istiklali için; “ölürsem şehit, kalırsam gazi” anlayışını benimsenin lüzumunu”, “bu coğrafyada yaşamanın ve ayakta kalmanın sadece ve sadece çok ama çok çalışmaktan geçtiği” gibi hususları sıklıkla vurguluyordu.

Bosna halkının Sırplarla giriştiği ölüm kalım savaşı vermek üzere halkını bu haklı mücadeleye hazırlayan bilge kral Aliya İzzetbegoviç’in halkına yaptığı konuşmaları hatırlatan bu konuşmalarıyla Adnan paşa; “milletinin dertlerine bigâne kalarak gününü gün etmeye çalışan”, “milletinin milli ve manevi değerlerine adeta yabancılaşan/yabancılaştırılan” ve “28 Şubat sürecinde bu değerlere savaş açan”, “emir komutası altında bulunan birlikten sözde “disiplinsiz” gerçekte “samimi dindar” oldukları için TSK’lerinden attıkları subay ve astsubayların çokluğunu terfisine basamak olarak kullanmayı hedefleyen” generallerin yaklaşımından daha ilk bakışta keskin hatlarla ayrılıyordu.

Milletin özgür iradesiyle seçim sandığa giderek oyunu verdiği ve milli iradenin tecelli ettiği meşru hükümeti beğenmeyerek alaşağı ederek devirme gayretinde bulunan dış mihraklardan beslenen gayri milli şer güç odakları, 28 Şubat’ın o karanlık ve puslu günlerinde, milletin milli ve manevi değerlerine topyekûn savaş açmışlardı.

Daha sonra adına post modern darbe denilen; çeşitli tezgâhlarla sahneye konan, medya tarafından yoğun olarak desteklenen, yargının başrolü oynadığı, “samimi ve dindar subay ve astsubayların ordudan yoğun şekilde tasfiye edildiği”, “dindarlara toplumun hiçbir katmanında adeta hayat hakkı tanınmadığı”, “başörtülü olduğu için hastaneye kabul edilmeyen yaşlı teyzelere”, “dindar olması sebebiyle ordudan atılan subayın, askeri hastanede kanser tedavisi görmekte olan eşinin süratle hastaneden tahliye edilerek ölüme terkedilen ve nihayetinde vefat eden eşin acıklı hikâyesine”, “başörtülü olduğu için orduevinde düğünü yapılan subay evladının düğününe alınmayan annenin feryadına” ve benzeri nice iç acıtıcı hadiselere  kayıtsız ve duyarsız kalamayan bilge paşa; kimselerin ortalığa çıkmaya cesaret edemediği, “yaptığın her faaliyet, yaptığın her görüşme, temasta olduğu herkes biliniyor ve kayıt altına alınıyor” zannının insanların beynine kazındığı, bu yolla insanların elinin-kolunun bağlandığı ve pasifize edilmeye çalışıldığı dönemde yapılan yanlışlıkları ve alınması gereken tedbirleri ihtiva eden mektubu devletin en üst yetkililere göndererek bu yanlış gidişe bir son verilmesini yüksek sesle haykırmıştır.

Bilge paşanın; bu aziz milleti, millet yapan milli ve manevi değerlerden şahsi yaşamında asla ve asla taviz vermediğine, bu değerlerin milletin hayatında hakim olması için hiçbir fedakârlıktan kaçınmadan çalışmasına, kişisel arzu ve beklentisinin olmadığına, asla ve asla şahsi istikbal hesapları yapmayan sağlam ve onurlu şahsiyetine yakın çalışma arkadaşları olarak bizler şahidiz ya Rabbi.

Dış mihraklar tarafından senaryosu yazılan alçak FETÖ’ye başrolü oynama görevi verilen 15 Temmuz hain darbe teşebbüsü; aziz milletimizin sağlam duruşu, Sayın Cumhurbaşkanımızın basiretli iradesi ve idaresi, Allah’ımızın lütfu ve merhameti ile savuşturulmuştur. İslam dünyasına liderlik yapacak ve ittihad-ı İslam’ı gerçekleştirmeye en yakın aday ülke olan Türkiye’nin sahipsiz olmadığı gerçeği tüm dünyaya bir kez daha gösterilmiştir.

Ülkemizde bu tür hadiselerin bir daha yaşanmaması adına, devletimizin ve ordumuzun yeniden yapılandırılmasında mühim vazifeler yapacağına yürekten inandığımız bilge paşamızın; Sayın Cumhurbaşkanımızın başdanışmanı olmasını sadece ASDER camiası değil bütün milletimiz büyük bir sevinçle karşılamıştır.  

Bu kutlu vazifenin ülkemize, milletimize ve tüm İslam alemine hayırlı olmasını tüm kalbimle rabbim'den niyaz ediyorum.

Son Düzenlenme Cumartesi, 10 Eylül 2016 12:50
Varol YÜKSEL

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Bu kategoriden diğerleri: « Hatıra Geldiği Gibi Güç Zehirlenmesi »

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...