Pazartesi, 17 Ağustos 2009 13:57

Namık Kemal, bizi en iyi sen anlayabilir ve anlatabilirdin

Namık Kemal, bizi en iyi sen anlayabilir ve anlatabilirdin

 

Dünyanın bir ucunda Japonya açıklarında iken Türkiye’de yapılan haksızlığı duyarak içim titredi. Askeri Şura kararları ile 3 kişinin daha işine son verilmiş. Bu kişilerin dindar olup olmamaları benim için önemli değildir. Önemli olan büyük bir hak ihlali yapılıyor olmasıdır. Yıllardır uğrunda emek verdiğimiz, direndiğimiz her türlü yazı ve söz ile dile getirdiğimiz zulmün hala devam ediyor olmasıdır.

Evet, Askeri Şura’nın hiçbir yargı kurumuna gitmeden kendini hem hâkim hem de savcı ilan ederek ordudan askerleri atması bir zulümdür. Aynı zamanda bir suçtur.

Devletin böylesine iğrenç bir işi yapması yani anayasadaki boşluklardan yararlanarak insanları mağdur etmesi affedilemez bir şeydir. Vatandaşların kanunlara karşı hile yapmasını anlıyorum da devletin vatandaşına hile yapmasını ve onu haksız yere suçlamasını bir türlü aklım kabul etmiyor. Merak ediyorum böylesine çirkin bir uygulamayı yapan başka bir devlet yeryüzünde var mıdır?

Bakın dindar olmayan fani bir şair, haksızlık yapanlar için ne demiş;

 

Zulmün topu var, kal’ası varsa

Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır

 

Göz yumma güneşten, ne kadar nuru kararsa

Sönmez, ebedi her gecenin bir sabahı vardır.

 

Bu haksızlığın yapılmasında, iktidara geldiği günden bu güne kadar tam 7 yıllık sürede bu zulme seyirci kalan hatta zulmü uygulayarak bizim gibilere haksızlık yapan Hükümetimizde suçludur.

Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Şura üyeleri yaptıkları yanlışın bedelini ve hesabını bir gün elbette ödeyecekler. Eğer bu dünyada olmaz ise hesap günü niçin var? Elbette bir miskal hayır ve şerrin, kimsenin yanına kar kalmayacağı o dehşetli günde bu yaptıklarının hesabı sorulacak. Fakat “nasılsa o güne daha çok var! deyip” rahat edeceklerini sanmasınlar, bu can bu tende kaldıkça elimizden geldiği kadar haksızlığa direnecek ve önlemeye çalışacağız.

 “Yapılan haksızlık bana değil nasılsa” deyip zulme karşı kulağını tıkayan insanlar şunu unutmasınlar ki aynı zorbalığa ve haksızlığa kendileri de uğrayabilirler. Zulme rıza zulümdür, bunu kimse unutmasın.

Ayrıca yargılanmadan, disiplinsiz ve irticacı diye bizler için yapılan suçlamalar istemeyiz ama bir gün size karşı da kullanılabilir. Burada önemli olan haksızlığa karşı kimden ve nereden gelirse gelsin, karşı durabilmektir.

Benim milletim, Fransızlardan ve Amerikalılardan aşağı değildir. Zulme asla boyun eğmez. Fakat ne yazık ki aldatıldı. Hala da aldatılıyor. Ama bunun sonu muhakkak gelecek. Bakın benim ve binlerce arkadaşımızın yaşadığı haksızlık 200 sene önce Fransa’da ve 50 sene önce ABD’de nasıl yaşandı.

Dreyfus isimli bir Fransız Subay casusluk suçlaması ile yargılanıyor ve ordudan ihraç edilerek hapse atılıyor. Fakat Dreyfus’un gerçek suçu casus olması değil, onun bir Yahudi olması. Emile Zola isimli bir yazar, büyük bir mücadele içine girerek Dreyfus’un haksızlığa uğradığını iddia ediyor ve yeniden yargılanmasına yol açıyor. Uzun mücadelelerden ve mahkemelerden sonra Dreyfus suçsuz ilan edilerek görevine iade ediliyor.

Türkiye’deki durum ise Dreyfus’un vaziyetinden daha vahimdir zira Dreyfus neticede hâkim önüne çıkıyor. Bizde o da yok. Bir kısım kişiler ne olduğu tam olarak tarif edilmemiş olan “irtica suçunu” işleyerek ordudan atılıyorlar.

İnsanlarımız, üniversitedeki başörtüsü sorunu yüzünden nihayet bu irtica suçunun ne demek olduğunu anladı. Bir subayın eşi başörtülü ise, işte bal gibi bir irtica suçu sana… Bir subay hala eşinin başını açmıyorsa iflah olmaz bir mürtecidir. Vurun gitsin…

Amerikan Senatörü Mc Carty’de 50 yıl önce aynı herzeyi yiyordu. Her önüne gelene “komünist” damgası vurarak kamu hizmetlerinden mahrum bırakıyor hatta bu insanları vatan haini ilan ediyordu.

Bir Amerikan Hava Kuvvetleri mensubu teğmenin annesi, komünist diye oğlunu ordudan atmışlardı. Hâlbuki o subayın komünistliğine dair en küçük bir delil yoktu. Fakat o dönem ABD’de özgürlükler kısıtlanmıştı. Gerçi o dönemde yine mahkemeler vardı ve mahkeme kararı olmadan kimse suçlu ilan edilmiyordu. Yani yine bizim şu durumumuzdan daha iyiydiler.

Amerikalılar özgürlüklerine düşkün insanlardı. CBS televizyonunun yapımcıları be büyük mücadeleler sonucunda Mc Carty’yi Senato’da etkisiz hale getirdiler ve insanların düşüncelerinden dolayı suçlanamayacağını tüm dünyaya gösterdiler. Havacı subayı da görevine iade etmişlerdi.

Şimdi gelelim bizdeki utanılası duruma. Sene 2009, güya 21. Yüzyıla girmişiz hatta 10 yılda geçmiş iyi mi. 12 Eylül Darbecilerinin icat ettiği bir usulle Askeri Şura Kararları yargı denetimine kapalıdır denilerek, subaylar irtica ile suçlanıyor ve işlerine son veriliyor. Bu da yetmezmiş gibi bu insanların hatta çocuklarının kamu hizmetlerinden yararlanmasının da önüne geçiliyor.

İşin kötüsü Özal, Demirel ve Gül gibi dindar bilinen Cumhurbaşkanları, daha önce söylemiş oldukları vaatleri unutup zulmün uygulanmasına bir bir alet oluyorlar. Ayrıca bu insanlar ellerindeki siyasi gücü kullanarak “aman bize laf söyletmeyin” diyerek zulme karşı çıkanlara engel oluyorlar ve hiç olmaz ise yazı ile karşı çıkmalarını bile istemiyorlar.

Başbakan Erdoğan ise tam bir acziyet ve umursamazlık içinde. Dile kolay tam 7 yıldır iktidarda ve bazı insanların ordudan atılmasını imzalamış durumda. Şimdi milletin karşısına geçip özgürlük ve demokrasi nutukları çekecek. Allah bir parça cesaret, vicdan ve şuur nasip etsin, ne diyeyim…

Bir de bizler kendimizi iyi anlatamıyoruz galiba. Yoksa bu büyük zulüm neredeyse 20 yıldır devam eder mi. Bize yakışan ve gerekli olan Namık Kemal gibi mücadele etmek haksızlığı yapanların yüzlerine şaplak vurur gibi vurmaktır. Bakın yüz yıl önce neler söylemiş. Hürriyet Kasidesinden:

 

Görüp ahkâmı asrı münharif sıdkü selametten

Çekildik izzetü ikbal ile babı hükümetten.

 

Hakir olduysa millet, şanına noksan gelir sanma

Yere düşmekle cevher, sakıt olmaz kadrü kıymetten.

 

Muini zalimin dünyada erbabı denaettir

Köpektir zevk alan sayyadı bi insafa hizmetten.

 

Biz ol himem erbabı ciddü içtihadız kim

Cihangirane bir devlet çıkardık bir aşiretten.

 

Ne gam, pür ateşi havl olsa da kavgayı hürriyet

Kaçar mı merd olan bir can için meydanı gayretten.

           

Felek her türlü cefasın toplasın gelsin

Kaçarsam kahpeyim millet yoluna bir azimetten.

 

Ne mümkün zulm ile bidat ile imhayı hürriyet

Çalış idraki kaldır muktedirsen ademiyetten.

 

Ne efsunkâr imişsin ey didarı hürriyet

Esiri aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten.

 

Ne yarı can imişsin ah ümidi istikbal

Cihanı sensin azad eyleyen bin ye’sü minnetten.

 

Senindir devri devlet, hükmünü dünyaya infaz et

Hüda ikbalini hıfz eylesin her türlü afetten.

 

Vehbi HORASANLI

Vehbi Horasanlı

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

1 yorum

  • Yorum Linki mehmet erdil Salı, 18 Ağustos 2009 00:52 yazan mehmet erdil

    Evet, zemin ve zaman gösterdi ki; Y.A.Ş gibi, kararları yargıya kapalı bulunan kurumun, ihraç gibi antidemokratik uygulamalarına sadece şerh koymakla bizim gibilere selam çakan hükümet, aslında bal gibi idare-i maslahat yapıyor. Bunu kaldırmak ve yargıya açarak pislikleri ortaya çıkarmak yerine böyle davranıyor olmasını samimiyetten çok uzak ve oyalayıcı görüyorum, aptalız ya... buyüzden bütün yüreğimle kınıyorum. bu adaletsizliği gideremediklerinin asla izahını yapamazlar, onları desteklediğimden vede destekletdiğimden ötürü utanıyorum. Adalet; bir sokak ismi, apartman ismi, bayan ismi idi, şimdide bir parti ismi olmuş o kadar.Yorumumun yayınlanmasına ihtimal vermiyorum ama sizi yazınızdan ötürü tebriğime yer vermelerini editörden rica ediyorum.Saygılarımla.

    Raporla

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...