Pazartesi, 26 Eylül 2022 13:53

Ölümden Korkmaya Gerek Yoktur

İnsanlar, çeşitli sebeplerle ölümün korkulan yüzüyle tanışıyorlar. Kabir öylesine dehşetli ve karanlıklı geliyordu ki; birçok insanda büyük bir isyan başlıyor.
 Neden ölüyoruz? Nefes aldığımız, dostlarımızla mutluluklarımızı paylaştığımız bu güzel hayat neden bitiyor?
O çok bilmiş ve kendinden emin tavırlar içindeki profesörler, siyaset adamları neden sessiz ve suskun kalıyorlar? Bu sorular karşısında teselli verecek bir cevap vermek yerine niçin yutkunup duruyorlar?
Ne gariptir! 21 değil de 121 yıl yaşasak ne değişecekti ki! Sonsuzluk aşkıyla yaşayan ve ebediyetten başka hiçbir şeyle tatmin olmayan insan için yüz veya bin yıl yaşasa ne değişecektir? Hayat rüya gibi bir anda geçmiyor mu? Rüzgâr gibi hızlıca akıp; çabucak gitmiyor mu?
Ölüm kapıyı çaldığında; zamanın bir film şeridi gibi bir anda gözlerimizin önünden akıp geçtiğini söylerler. Ben de yaşadığım birkaç tehlikeli olayda aynen bunu gördüm. Bütün hayatım bir saniye içinde gözümün önünden geçti gitti…
O halde ahu figanı bir tarafa koyup bütün herkesi ilgilendiren ölümü ciddi bir şekilde ele almak gerekiyor. Ölüm nedir? Yok olmak mıdır? Bir daha hayata gözlerimizi açma çaresi yok mudur? İnsana her şeyi versen dahi tok olmayan sonsuzluk arzusunu tatmin etmek çaresi var mıdır?
Evet, herkese müjdeler olsun. Bütün bu soruların çok güzel bir şekilde cevabı ve bizi dehşet içinde bırakan ölüm hastalığının çaresi vardır.
Peki, bu güzel çare nerededir?
Kuran ve hadislerde, kalbimizi huzura kavuşturacak derecede açık bir şekilde ölüm hastalığına çareler sunulmuştur. Yeter ki kulak verelim. Rabbimiz bu konuda bize ne söylüyor?
Muhammedül Emin(asm) adı verilen insanların medarı iftiharı şanlı nebi bakın ne diyor? "Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O birdir; O’nun hiçbir şeriki, ortağı yoktur. Mülk O’na ait, hamd; O’na mahsustur. Hayatı veren de O’dur, ölümü veren de O’dur. O, kendisine asla ölüm ârız olmayan ezelî hayat sahibidir. Bütün hayır O’nun elindedir. O her şeye hakkıyla kadirdir. Her şeyin ve herkesin dönüşü de O’nadır.( Buharî, Ezân: 155)
İşte şu tevhid yani Allah’ın birliğini ifade eden on bir kelimenin her birinde birer müjde vardır. Bu müjdeler yukarıda sorulan bütün sorulara birer cevaptır. Ölüme karşı birer şifa ve o şifada birer manevi lezzet dahi bulunmaktadır.
“Allah’tan başka ilah yoktur” denildiğinde; şöyle bir müjde var ki: Hadsiz ihtiyaçlara müptela, nihayetsiz düşmanların hücumuna hedef olan insan ruhu; bu kelimede öyle bir dayanak noktası bulur ki, bütün ihtiyaçlarını temin edecek bir rahmet hazinesi kapısını ona açar. Bütün düşmanlarının şerrinden emin edecek bir kudretin sahibi olan kendi yaratıcısını bildirir, tanıttırır ve sahibini gösterir. Gerçek malikin kim olduğunu bilerek; kalbini vahşetten kurtarır. İnsanın ruhu elemli bir hüzünden çıkararak ebedî bir ferahı, daimî bir süruru temin eder.
Kâinatın neredeyse her şeyiyle alâkadar olan ve o alâkadarlık yüzünden perişan ve keşmekeş içinde boğulmak derecesine gelen insan ruhu; “Allah birdir” sözünde öyle bir kurtuluş bulur ki kendisini bu perişan durumdan kurtarır. Der ki; Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma. Onlara karşı zillet içinde minnet edip elem çekme. Onlara bakıp boyun eğme. Onların arkasına düşüp zahmet çekme. Onlardan korkup titreme. Çünkü Kâinatın yaratıcısı birdir. Her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir. Her şey O’nun emriyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu talebini bulursun. Hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtulursun…
Dua ettiğimiz Allah’ın ulûhiyetinde ve saltanatında ortağı, şeriki yoktur; Allah bir olur, müteaddit olamaz. Öyle de, icraatında ve icat ederken dahi ortağı yoktur. İnsanlardaki gibi değildir. Bazen olur ki, sultan bir olur, saltanatında şeriki olmaz; fakat icraatında, onun memurları onun ortağı sayılırlar ve onun huzuruna herkesin girmesine mâni olurlar, "Bize de müracaat et" derler. Fakat Ezel-Ebed Sultanı olan Cenâb-ı Hak, saltanatında ortağı olmadığı gibi, icraatında da yardımcılara muhtaç değildir. Emir ve iradesi, güç ve kuvveti olmazsa, hiçbir şey hiçbir şeye müdahale edemez. Doğrudan doğruya herkes Ona müracaat edebilir. Ortağı ve müracaat edilen başka bir mercisi olmadığından, o müracaatçı adama "Yasaktır, Onun huzuruna giremezsin" denilmez.
İşte, ortağı ve yardımcısı olmayan Allah’a iman etmek insana şöyle bir müjde verir ki:
İmanı elde eden insan ruhu, mânisiz, müdahalesiz, yardımcısız, engeli olmadan, her hâlinde, her arzusunda, her anda, her yerde o ezeli ve Rabbiyle görüşebilir. Rahmet hazinelerinin ve saadet saraylarının sahibi olan Allah’ın huzuruna girip dua ederek ihtiyaçlarını arz edebilir. Ve rahmetini bulup kudretine dayanarak ferah ve süruru kazanabilir.
Mülk ve kainat tamamıyla O’nundur. Sen, hem Onun mülküsün, hem memlûküsün, hem mülkünde çalışıyorsun. Bu kelimede de şöyle şifalı bir müjde var ve diyor: “Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma. Çünkü sen kendini idare edemezsin. O yük ağırdır; kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp levazımatını yerine getiremezsin. Öyleyse, beyhude ıztıraba düşüp azap çekme. Mülk başkasınındır. O Mâlik hem Kadîrdir, hem Rahîmdir. Kudretine istinad et; rahmetini itham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safâyı bul”
Hem der ki; çok sevdiğin, alâkadar olduğun, perişan olmasından teessür duyduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîmin mülküdür. Mülkü sahibine teslim et. Ona bırak; cefasını değil, safâsını çek. O hem Hakîm’dir, hem Rahîm’dir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi; "Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler" de, pencerelerden seyret, içlerine girme.
Hamd ve senâ, medih ve minnet O’na mahsustur, O’na lâyıktır. Demek nimetler O’nundur ve O’nun hazinesinden çıkar. Hazine ise daimîdir. İşte şu kelime şöyle müjde verip diyor ki;
Ey insan! Nimetlerin son bulmasından, ölümün gelmesinden elem çekme. Çünkü rahmet hazinesi tükenmez. Ve lezzetin sonunu düşünüp o elemden feryat etme. Çünkü o nimet meyvesi, bir nihayetsiz rahmet sahibinin semeresi, ürünüdür. Ağacı bâki ise, meyve gitse de yerine gelen var. Nimetin lezzeti içinde, o lezzetten yüz derece daha ziyade lezzetli bir iltifatı hamd ile düşünüp, lezzeti, birden yüz derece yapabilirsin.
Hayatı veren O’dur. Ve hayatı rızıkla idame eden de O’dur. Hayatın gereklerini de hazırlayan yine O’dur. Ve hayatın yüksek gayeleri O’na aittir ve mühim neticeleri O’na bakar. İşte şu kelime, şöyle fâni ve aciz beşere nidâ eder, müjde verir ve der: “Ey insan! Hayatın ağır teklifini omzuna alıp zahmet çekmeyiniz! Hayatın sonunu düşünüp hüzne düşmeyin. Yalnız dünyevî, ehemmiyetsiz meyvelerini görüp, dünyaya gelişinden pişmanlık göstermeyin. Vücudundaki hayat makinesi, Hayy-ı Kayyûm olan Allah’a aittir. Masraflarını ve gereklerini O, tedarik eder. Ve o hayatın pek çoki gayeleri ve neticeleri var. Hepsi O’na aittir.
İnsan ise dünya gemisinde adeta bir serdümendir. bir dümenci neferidir. Vazifeni güzel gör, ücretini al, keyfine bak. O hayat gemisi ne kadar kıymettar olduğunu ve ne kadar güzel faydalar verdiğini ve o gemi sahibi olan Allah’ın ne kadar Kerîm ve Rahîm olduğunu düşün, mesrur ol ve şükret. Ve anla ki, vazifeni istikametle yaptığın vakit, o geminin verdiği bütün neticeler, bir cihetle senin salih amel defterine geçer, sana bir hayat-ı bâkiyeyi temin eder, seni ebedî ihyâ eder.
Ölümü, mevti veren de O’dur. Yani, hayat vazifesinden terhis eder, fâni dünyadan yerini değiştirir. Hizmetten külfetinden kurtarır. Fani dünya hayatından alıp sonsuz bir hayata gönderir. İşte şu kelime, şöylece fâni insanlara bağırır, der ki; Sizlere müjde! Ölüm, idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, ebedi bir ayrılık değil, yokluk değil, tesadüf değil. Belki, bir Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, asli vatanımıza bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabımızın buluştuğu yer olan berzah alemine bir kavuşma için bir geçittir, kapıdır.
Sizlere müjde! Mahbuplarınızdan nihayetsiz firakların yaralarını tedavi edip merhem süren bir Allah, var. Madem O, var ve bâkidir; başkaları ne olursa olsun, merak çekmeyiniz. Belki o mahbuplarda sevgi sebebiniz olan hüsün ve ihsan, fazl ve kemal, o Mahbub-u Bâkînin cilve-i cemâl-i bâkisinden çok perdelerden geçip, gayet zayıf bir gölgenin gölgesidir. Onların zevalleri sizleri incitmesin. Çünkü onlar bir nevi aynalardır. Aynaların değişmesi, güzelliğin şâşaasını tazeleştirir. Madem Allah var, her şey var.
Ey biçare insan! Mezara göçtüğünüz vakit, "Eyvah, malımız harap olup çalışmalarımız hebâ oldu. Şu güzel ve geniş dünyadan gidip dar bir toprağa girdik" demeyiniz, feryat edip meyus olmayınız. Çünkü sizin her şeyiniz muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her hizmetiniz kaydedilmiştir. Hizmetinizin mükâfâtını verecek ve her hayır elinde ve her hayrı yapabilecek bir Zât-ı Zülcelâl sizi celb edip yeraltında muvakkaten durdurur, sonra huzuruna aldırır. Ne mutlu sizlere ki, hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti; rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet, meşakkat bitti; ücret almaya gidiyorsunuz.
Allah, Vâhiddir, Ehaddir. Her şeye kadirdir. Hiçbir şey Ona ağır gelmez. Bir baharı yaratmak bir çiçek kadar O’na kolaydır. Cenneti hâlk etmek, bir bahar kadar O’na rahattır. Her günde, her senede, her asırda yeniden yeniye icat ettiği hadsiz sanatlı varlıkları, nihayetsiz kudretine nihayetsiz lisanlarla şehadet ederler.
İşte ey insan! Yaptığın hizmet, ettiğin ubudiyet boşu boşuna gitmez. Bir  mükâfat yeri, bir saadet mahalli senin için hazırlanmıştır. Senin şu fâni dünyana bedel, bâki bir Cennet seni bekler. İbadet ettiğin ve tanıdığın Hâlık-ı Zülcelâlin vaadine iman ve itimad et. O, vaadinde hulf etmez yani vaadinden dönmez. Kudretinde hiçbir cihetle noksaniyet yoktur. İşlerine acizlik müdahâle edemez. Senin küçük bahçeni yarattığı gibi, Cenneti dahi senin için hâlk edebilir. Ve vaat ettiği için, elbette seni onun içine alacak.
Madem vaadinden dönmek, yalancılık ve aldatmak, en çirkin bir haslet ve naks ve kusurdur. Elbette ve elbette, o Kadîr-i Zülcelâl, O Hakîm-i Zülkemal, o Rahîm-i Zülcemal, vaadini yerine getirecek, saadet-i ebediye kapısını açacak, Âdem babanızın vatan-ı aslîsi olan Cennete sizleri, ey ehl-i iman, ithâl edecektir.
Adeta bir ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu imtihan yeri için dünyaya gönderilen insanlar, ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini tamamladıktan sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelâllerine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîmlerine kavuşacaklardır.
Doğrudan doğruya, herkes, kendi yaratıcısı, Mâbudu, Rabbi, Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar. İşte, şu kelime, bütün müjdelerin fevkinde şöyle müjde eder ve der ki:
Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun?
“Dünyanın bin sene mesudâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat huzurunda bulunmaya mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Bütün Cennet, bütün letâfetiyle, rahmetinin sadece bir parçası ve bütün iştiyak, sevgi, muhabbet, çekim güçleri O’nun muhabbetinin bir ışıltısıdır.

Sonsuz olan Allah’ın huzuruna gidiyorsunuz. Ebedi ziyafetgah olan Cennete çağırılıyorsunuz. Öyleyse, kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz, vesselam…

Dr.Vehbi KARA

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...