Salı, 09 Mart 2010 12:41

DEVLET'İN MİLLETİNDEN, MİLLETİN DEVLETİNE

DEVLET’İN MİLLETİNDEN, MİLLETİN DEVLETİNE

Türkiye;mevcut devlet yapısı ve ideolojisi ile,varlık sebebi olan kendi halkının,taşıdığı tarihi mirasın yüklediği görev itibariyle büyük beklentiler içindeki bölge halklarının,tarih ve kader birliği olan Türk dünyasının,aynı inancı paylaştığı İslam aleminin ve emperyalist güçlerin zulmü altında inleyen insanlığın,haklı ve geçerli nedenlerle kendisinden beklediği işlevleri hayata geçiremez.
Devlete zorla giydirilmeye çalışılan resmi ideoloji, hizmetinde olmakla mükellef olduğu halkın, inanç, tarih, kültür gibi tüm temel değerleriyle çatışma halindedir. Halbuki devleti şekillendiren, yönlendiren fikirlerin halkın değerleriyle örtüşmesi en temel zorunluluktur. Çünkü devlet ve onu oluşturan kurumlar, o ülkede yaşayan insanların oluşturduğu millet için vardır ve gereklidir. Millet, topyekun bir irade ile devlete şekil verir. Bir anlamda devlet ideolojisi, milletin ortak hafızasıdır.
     Öncelikle, batılılaşma denilen dayatma ile millet, kendi öz benliğinden zorla uzaklaştırılıp, kimliksiz kişiliksiz bir ucubeye dönüştürülmek istenmiştir. Milletimiz bulunduğu yerden memnundur. Batılılaşmaktan asıl maksat, batı dünyasının bilim ve teknolojisini almak değil, Anadolu insanını sahip olduğu milli ve manevi değerlerden, milleti millet yapan değerlerden soyutlamaktır. Yoksa ,''ilmin yitik malı olduğunu'' vaaz eden bir öğretinin mensubu ve meftunu olan milletimiz, kendini var eden manevi değerlerini muhafaza etmek kaydıyla, modern dünyanın bilim ve teknolojisine karşı olamazdı. Tarihi süreç içinde bu milleti bilim ve teknolojiden mahrum eden de o dönemin hakim resmi ideolojisiydi. Özetle bu milletin her zaman en büyük derdi benliğine yabancı ve kendinden olmayan resmi ideolojiler oldu.
     Anadolu halkı, tarihten aldığı köklü ve bedeli büyük tecrübeyle, evrensel kazanımları da mecz ederek, birlik içinde el ele verip, kendine zorla giydirilen, o büyük cüssesine dar gelen elbiseyi yırtıp, asıl ve asil hüviyetine kavuşma fırsatını yakalamış görünüyor. Bir azınlık grubun kendine dayattığı, benliğine her yönüyle yabancı resmi ideoloji ve onun şekillendirdiği kurumların tasfiyesi ve yeniden yapılandırılması zamanı geldi. Yaşanan çatışmalar, bu yeni ve kutlu doğumun sancıları...
     İşte o zaman, Anadolu’dan yükselen milli irade ile şekillenen, kendi özünden neşet eden ve milletinin hizmetinde olan devlet yapısı ile Türkiye, bölgesinin ve dünyanın en gözde ve güçlü ülkesi olacaktır. Bunu başarmaya mecbur ve mahkumuz. Geleceğimiz, yaşadığımız sorunların çözümü bu iradeye bağlı. Temel sorunlarla yüzleşip, çözüm üretmeden diğer tali sorunların halli mümkün değildir.
     Halkın; dinsel, etnik, ideolojik bütün unsurlarıyla, sorunlarına birinci elden sahip çıkıp,  tüm bedellerini ödemeye hazır olarak, geleceğin Türkiye’sini kurma idealiyle bu kutsal mücadeleyi azimle yürütmesi en temel şart.
     Bugün bizlere yaşatılan sorunların temel kaynağı, mevcut statü ve onun korunması için tezgahlanan entrikalardır. Darbeler, darbe tehditleri, kürt sorunu, başörtüsü sorunu, azınlıklar, faili meçhuller... vs, tamamı aynı habis ur'un ürünleridir.
     Öncelikle, tüm kesimleriyle mağdur edilen, tehdit olarak algılanıp düşman statüsünde hedefe konulan halkın, güçlü, uzun soluklu top yekun bir azim ve iradeyi ortaya koyması gerekmektedir. Yaşatılan sorunlar, sadece siyasi iktidarın muhatap ve çözmekle mükellef olduğu sorunlar değildir. Küresel aktörlerin tezgahladığı derin oyunlar karşısında, iç sorunlarını, temel yapısal dönüşüm ve düzenlemelerini gerçekleştirememiş Türkiye’nin, fazla bir etkinliği olamayacaktır.
     Temel hak ve özgürlüklerin, hiçbir şekilde ihlaline fırsat vermeyecek, halkın iradesini devletin her kurum ve kuruluşunda etkin kılacak, devletin ve kurumların halkı değil, halkın devleti ve kurumları kaidesini şaşmaz ve değişmez bir ölçü olarak hakim kılacak, insanı önceleyen, tüm kesimler için adaleti en mükemmel şekilde hayata geçirebilecek yeni ve sivil bir anayasa mutlaka yapılmalıdır. Türkiye mevcut yapısıyla, şekilde anayasalı hukuk devletidir. Yürürlükteki anayasa ve dikte ettiği kurumlar, tarihi süreç içinde değişik biçim ve yöntemlerle militarist kadrolar tarafından halka dayatılan, baskıyla kabul ettirilen oluşumlardır. Kulağa hoş gelen, demokrasi, hukuk devleti, sosyal devlet, laiklik gibi temel kavramlar bile, özüne ve ruhuna zıt bir şekilde, adaletin, eşitliğin, özgürlüklerin yok edilmesinde araç olarak kullanılabilmektedir.
     Askerin görevi, halka şekil vermek değil, halkın kendisine verdiği yurt savunması görevini en iyi şekilde yerine getirmektir. Asker halka değil, tam aksine halk, emrindeki askere şekil verecektir. Devlet adamlığı, siyaset kurumu çok özel bilgi ve birikimleri gerektiren, halka hesap verme zorunluluğu ve sorumluluğu olan bir yapıdır. Halka hiçbir şekilde hesap vermeyi düşünmeyen, bunu bir zillet olarak görüp halkını aşağılayan, yazdırdığı her anayasada kendisine hesap sorma yollarını tıkayan askeri bürokrasiye, siyaseti şekillendirme yolunu açmak yapılabilecek en büyük hatadır. Aynı zamanda, ordunun siyasete müdahil olmasına zemin hazırlamakta orduya yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bu konuda Atatürk'çü geçinen zevata en güzel cevabı da bizzat Atatürk vermektedir.'' Benim düşünceme göre, kuvvetli bir ordu dendiği zaman anlaşılması gereken manâ, her ferdi, özellikle subayı ve kumandanı, fen ilmi ve medeni âlemin gereklerine göre yetişmiş ve bunlara göre düşünce ve hareketlerini uygulayan ordudur, ordu ise yüksek ahlâkta bir heyettir. Şüphesiz ki tek amacı, vazifesi, düşüncesi ve hazırlığı vatanı savunmak olan bu heyet, MEMLEKETİN SİYASETİNİ İDARE EDENLERİN VERECEKLERİ KARARA GÖRE FAALİYETE GEÇER"
       Yapısı, milli iradeye uygun şekilde ele alınıp yeniden düzenlenmesi elzem olan Milli Güvenlik Kurulu'nun hazırlayıp, siyasi iradeye dayattığı Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB),milli güvenliği sağlamanın tam aksine, uzun vadede milli güvenliğimizi tahrip edecek tehlikeler içermektedir. Her ne kadar yeni sivil anayasada bu gibi mahsurları önleyecek tedbirler alınacak olsa da, kısa vadede önlem alınması gerekmektedir. MGSB, iç tehdit algısı ve kriterleriyle milleti kamplara ayırmaktadır. Askerin gözünde varlıklar düşman veya dost olarak değerlendirilir. Ülke içinde yaşayan hiçbir kesim bu kategoriye sokulamaz. Bu ülkenin vatandaşı olan herkes dosttur. Düşman, sınırlarımız ötesinde aranır ve buna da yine siyasi mekanizma karar verir. Halkı kategorize etme görevi, kararı askere bırakılırsa, geleneği, alışkanlıkları ve formatı gereği ortaya koyacağı değerlendirmenin de bu şekilde olması kaçınılmazdır. Halkı, kendi varlıkları için tehdit ve tehlike gören bazı grupların, usta manevra ve yöntemlerle, samimi duygular taşısalar da askerleri kendi çıkarları yönünde etkilemeleri ihtimal dahilindedir. Düşman olarak değerlendirilen kesimlere karşı her türlü yok etme, sindirme, devlet kurumlarından tasfiye, görev olarak uygulanmaktadır. Toplumun bir kesimi öz evlat(dost)statüsünde alabildiğince semirirken, ötekileştirilen diğer kesimler(düşman)kaybedilmektedir. YAŞ (Yüksek Askeri Şura) kararlarını, ordu içinde yapılan tasfiyede kullanan askeri bürokrasi, MGSB vasıtasıyla diğer kurumlarda ve sosyal hayatın her alanında tasfiyeyi yaygınlaştırma gayreti içine girmektedir. Milletin aleyhine yürütülen yıkıcı çalışmalar, milletin verdiği güç ve silahla yapılmaktadır.2010 yılında yeniden revize edilecek olan MGSB içindeki İç tehdit bölümü çıkarılmalıdır. Yasadışı oluşum ve eylem içinde olan kişi ve organizasyonlara karşı, yeterli cezai müeyyideler ile mahkemeler ve kolluk kuvvetleri müdahale imkanına sahiptir.
     28 Şubat sürecinde iktidara dayatılan EMASYA (Emniyet Asayiş Yardımlaşma) protokolü yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak İl Özel İdaresi kanunu hükümlerine göre EMASYA usulleri hala yürürlüktedir. Protokolün kaldırılması olumlu bir gelişme olsa da uygulama açısından değişen bir şey yoktur. EMASYA ile ilgili gereken yasal düzenleme, siyasi irade ve idarenin emir, komuta ve denetiminde devamlılığı sağlayacak şekilde yapılmalıdır.
     Askeri bürokrasi, yetişme tarzı, verilen eğitim, teamüller sonucu kendisini vatanın yegane sahibi, vatan topraklarını tapulu malı gibi görmektedir. Gerçek vatan sevgisinin de yalnız askerde olabileceği vehmindedir. Bu vatan, bu topraklarda yaşayan bütün vatandaşların ortak malıdır. Her vatandaş ülkesini en iyi şekilde sevecek yüreğe sahiptir. Vatan haininin de üniformalısı üniformasızı olmaz. Şu unutulmamalıdır ki üniformalı bir hainin ülkeye vereceği zarar üniformasızına göre daha büyüktür.
     Siyasi irade, halkın kendisine emanet ettiği vekaletini ve yüce yetkiyi çok iyi kullanmalı, hiçbir kişi veya kurumu, hiçbir mülahaza ile ortak etmemelidir. Halk, yetkisini belirli bir süre için sadece seçtiği kişilere vermektedir. İktidar, halka vereceği hesabı göz önüne alarak, vesayet rejimine izin vermemeli, kendisi de halka karşı vesayet değil vekalet görevini yürütmelidir. İktidar olmak için halktan vekalet isteyenlerin, yasama ve yürütme çalışmalarında mazeret üretmeye hakları yoktur. Tam tersine halk, mazeret üreten siyasi kadroları tasfiye ederek vekillerini değiştirmektedir. Mevcut şartlarda siyasi kadroların karşılaşabileceği sıkıntıları halk bilmekle beraber sorunların çözümünü beklemektedir. Askeri vesayet düzenine alışmış olan askeri bürokrasi ve onun güdümünde olan kurumlar alışkanlıklarını terk etmemek için direnç göstermekte, her türlü yolu denemektedir. Dayatma ve baskılara taviz veren, boyun eğen siyasi hareketleri de halk tasfiye etmektedir. Eleştirilebilecek birçok yönü olmasına rağmen, her seçimde tek başına iktidara gelebilecek halk desteğini almayı başaran iktidar partisinin ve liderinin en önemli özelliği ve diğer siyasi oluşumlardan temel farkı, statükoyu elinde tutan asker ve sivil bürokrasi karşısındaki duruşudur.
     Askeri vesayetin en önemli sebeplerinden birisi, siyasi iradeyi temsil eden kadrolardaki bilgi ve irade eksikliğidir. Diğer kurumlar için de aynı durum söz konusudur.28 Şubat sürecinde, kendi memuru konumundaki Genelkurmay Başkanını, başbakanlık merdivenlerinde, ceketinin düğmesini ilikleyerek karşılayan  başbakan, farkında olmayarak kendi iktidarına ve siyasi hareketine en büyük darbeyi indirecek  girişimin önünü açmış oluyordu. Darbecilerin emirle çağırdığı brifinge gönüllü iştirak eden yargı mensuplarının kuşatılmışlıktan söz etmeye hiç hakkı olmadığı gibi, yargı kalesini askere kendi elleriyle teslim etmişlerdir. HSYK,oluşumu ve uygulamaları itibariyle  milleti  tatmin edemediği ,sözde yargının ,adına verdiği kararları millet içine sindiremediği için tepkiler almaktadır.

      Asker, doğası gereği rütbesi ne olursa olsun ya emir alır, ya da emir verir. Siyasi irade ile arasındaki ilişki de bu şekilde biçimlenir. Şu unutulmamalı ki, asker kendisine emir verme makamında bulunan başbakanda, emretme dirayetini görmezse, mutlaka ona emir vermeye başlayacaktır. Bunun üçüncü şıkkı yoktur…

Mustafa HACIMUSTAFAOĞULLARI

E.BİNBAŞI

ASDER GN.BŞK.YRD.

 

 

Son Düzenlenme Çarşamba, 10 Mart 2010 12:41
Mustafa Hacımustafaoğulları

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...