Pazartesi, 25 Kasım 2019 16:30

Darbeci General Büyükanıt’a Hakkımızı Helal Etmiyoruz

Türkiye’nin başına gelen darbe felaketlerinin en önemli kişilerinden bir tanesi daha öldü. 27 Nisan 2007’deki e-muhtırasının sahibi Yaşar Büyükanıt, 21 Kasım 2019 tarihinde yargılanmadan ve yaptıkları yanına kar kalarak aramızdan ayrıldı.

Ne yazık ki; çoğu zaman zalim izzetinde mazlum ise zilletinde ölüp gidiyor. Demek ki bir büyük mahkeme var. Allah, insanlara günahlarından tövbe etmesi için mehil verir, lakin asla ihmal etmez. Hele hele bu topluma apaçık düşmanlık etmiş şehitler yatağı vatanımızda darbe yaparak insanlarımıza kan kusturanlara elbette karşılığını verecektir.

Allah’a ve ahiret gününe iman ettiğimiz için sabrediyoruz. Çünkü zerre kadar iyilik ve kötülüğün kimsenin yanına kalmadığına ve  ruz-i mahşerde yapılan zulümlerin hepsinden hesap sorulacağına iman etmişiz. Keşke ülkeyi idare eden Erdoğan da; bu darbecilere taziye sunacağına mahkemelerde “sen nasıl darbe muhtırası verirsin” diye hesap sorsaydı…

28 Şubat 1997 dönemini yaşamış ve acısını tatmış birisi olarak ne Büyükanıt’a ne de diğer darbecilere hakkımızı helal etmiyoruz. Haşirde kurulacak mahkemede yaptıkları zulüm ve haksızlıklardan dolayı hesap soracağız. Çünkü ülkemiz düşmanlarına karşı verdiğimiz silahları memleketimiz içine doğrultan çoluk çocuğumuzun rızkını Batılı gavurlara peşkeş çeken bu darbeci generallerle ciddi bir mahkememiz olacak.

Biz Türkler, tarihimizdeki en büyük lekelerden biri olan darbecilerle hala doğru dürüst hesaplaşamadık. Sadece 15 Temmuz 2016 FETÖ darbecilerinin yargılaması devam ediyor. 28 Şubat 1997 darbesinde müebbet hapis yiyen darbeci generaller, orduevlerinde korumaları ile beraber günlerini gün ediyorlar. Yaptıkları zulümlerden hiçbir pişmanlık duymadan rakılarını yudumlarken benim gibi bu dönemde mağdur edilen on binlerce asker, hala haklarını alabilmiş değildir.

Evet, Büyükanıt öldü lakin post-modern darbenin mimarlarına yönelik başlatılan soruşturmalarda “toplumu fişleme merkezi” olarak kullanılan Batı Çalışma Grubu'nun (BÇG) isim babaları ve dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir'in de aralarında bulunduğu bir çok general; hala “paşa paşa” yaşamaya devam ediyor.

12 Eylül 1980 Darbecisi Kenan Evren, eceli geldiği için ağır ceza aldıkları halde hapse girmeden ve hükmü infaz edilmeden öldü gitti. Darbeciler eskiden olduğu gibi yine bayram ettiler.  Büyük bir fırsatı yargı infaz mensuplarının beceriksizliği ve “zaman aşımı” kuralı yüzünden kaçırmış olduk.

Şimdi de benzer bir süreci yaşıyoruz. Adalet Bakanı ve hükümet üyeleri; müebbet hüküm yemiş generalleri boş boş seyrediyor ve kılını dahi kıpırdatmıyorlar. İşte bu duyarsızlık yüzünden 12 Eylül yargılamasında kaçırdığımız fırsatı yine kaçırmış olduk.

Darbe davalarının diğer eleştirilecek yönü ise asker, yargıç, bürokrat, akademisyen, sivil toplum kuruluşları ve medya eliyle ortaklaşa yürütülen darbe sürecinde aktif şekilde yer alan sivillere ve MGK kararlarında imzası bulunanlardan dönemin genelkurmay başkanlarına hiç dokunulmamış olmasıdır. Büyükanıt’a da hesap sorulmadı. Paşa paşa yaşadı ve ölüp gitti.

Hiç olmaz ise dönemin Başbakan'ı Erbakan'a, küfreden emekli Tümgeneral Osman Özbek’i hapse tıkmak gerekirdi. Dönemin Erzurum Jandarma Bölge Komutanlığı yaptığı sırada katıldığı bir konferansta Başbakana küfür eden Özbek hakkında Refah Partisi şikayetçi olmuş ve dava açmıştı. Ancak askeri vesayetin hüküm sürdüğü bu dönemde yargılanan Özbek; “Başbakan'a küfür etmekten” dolayı akıllara durgunluk verecek bir şekilde suçsuz bulunmuştu.

12 Eylül darbecileri ve faşist generaller işi o kadar ileri götürmüşlerdi ki halkın seçtiği Cumhurbaşkanı ve Başbakanlara; Milli Güvenlik Kurulu ve Yüksek Askeri Şura (YAŞ)  gibi toplantılarda küfür dahi edebiliyorlardı. Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür yani insanlar çabuk unuturlar; yapılan disiplinsizlikleri tekrar etmekte yarar vardır. İşte Büyükanıt ve o dönemde komuta kademesindeki generallerin halini anlatmak gerekiyor.

TSK’daki en büyük disiplinsizlik şüphesiz Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay’ın Irak harekatına karşı yaptığı disiplinsizliktir. TSK’nın görev tanımında yazılan en önemli vazife “ordunun her an harbe hazır bulunmasıdır”. Bu açık hükme aykırı olarak; ordumuzun baş komutanı olan halkın seçtiği yöneticilerin vermiş olduğu harekat emri, yerine getirilmemişti.

Cumhurbaşkanı Özal’ın Aralık 1990 tarihinde vermiş olduğu müttefik ülkelerle birlikte Irak’a girme emri, darbeci generaller tarafından çeşitli atraksiyonlarla engellenmişti. Savaş tarihinde belki de ilk defa bir komutan ve yardımcıları; askeri harekattan kaçıyordu. Ne tarafından bakarsanız tam bir rezalet durum yaşanıyordu.

Milletimizin dişinden arttırdığı paralarla alınan silahlar yurt dışına çevrilmesi ve ülke menfaatleri için kullanılması gerekirken maalesef bu silahlar halkımıza çevriliyordu. ABD’nin güdümündeki faşist darbeciler; yaptıkları askeri darbelerde bu silahları kullanarak hem halkımızı eziyor hem de düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürüyorlardı.

Düşünebiliyor musunuz zırhlı birlikler İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerin göbeğinde yer alıyor kimse “yahu sınır bölgelerinde olması gereken tanklar, şehrin ortasında ne arıyor?” diye soru bile soramıyordu.

Torumtay’ın disiplinsizliği ve savaştan kaçması dalga dalga bütün askeri teşkilatlara yayıldı. Deniz Kuvvetleri de disiplinsizliğin ayyuka çıktığı bir yerdi. Kuvvet Komutanı Güven Erkaya, Başbakanlık Konutunda verilen yemekte “burada rakı yok mu?” diyecek kadar küstahlaşmıştı.

Daha sonra TSK’da başımıza gelen rezaletlerin özellikle de 28 Şubat 1997’deki iğrençliklerin haddi hesabı yoktu. Aynı dönemde Genelkurmay İstihbarat Başkanı Korgeneral Çetin Saner, İçişleri Bakanına hakaret edebilmişti. Bir kadın olan Meral Akşener, yine bir kadın olan Başbakan Tansu Çiller’e bu seviyesizliği şikayet etmişti. Çiller, Cumhurbaşkanı Demirel’e durumu iletmesine rağmen sonuç alamamıştı. Zira darbecilerle işbirliği yapan Demirel, bu iğrenç olayı sümenaltı etmiş yargıdan ve cezalandırmadan kaçırmıştı.

Zaten o Demirel değil miydi ki; “Başörtülüler Suudi Arabistan’a gitsin” ve “Kuran ayetleri değiştirilmeli” diyecek kadar cesur ve küstahlaşabilmekteydi. Halbuki bu ikiyüzlü siyasetçi o yıllarca dini siyasete alet ederek milletten oy istemişti. İşte koltuğa oturunca da böyle davranarak gerçek yüzünü gösteriyordu.

Türk tarihinde Genç Osman vakasından beri böylesine iğrenç olaylar yaşanmamıştı. İşte bunları yazıyorum ki bir daha böylesine acı ve utanç verici olaylarla karşı karşıya kalmayalım.

Orgeneral Yaşar Büyükanıt bu darbecilerden aldığı sicille Genelkurmay Başkanı olmuştu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en unutulmaz olayları da onun döneminde oldu. Genelkurmay başkanının verdiği muhtıra, 11.Cumhurbaşkanı seçimleri sırasında yayınlanmıştı.

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından AK Parti'nın adayı olarak gösterilen Abdullah Gül, TBMM'de yapılan seçime 368 milletvekilinin katıldığı ilk turda 357 oy almıştı. Seçimin olduğu günün gece yarısında Genelkurmay Başkanlığı'nın internet sitesinde saat 23.17'de e-bildiri yayınlandı. Laiklik vurgusu yapılan bildiride dönemin Hükümeti açıkça hedef alındı.

Bildiride, "Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur" denildi. Dönemin Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, ilerleyen yıllarda söz konusu bildiriyi kendisinin bizzat hazırladığını söylemekten çekinmemişti.

E-muhtıra da denilen bildiri üzerine Başbakan Erdoğan başkanlığında gece acilen yapılan toplantıdan "dik duruş" kararı çıkmış Hükümet sözcüsü, ertesi gün Hükümetin hazırladığı karşı bildiriyle kamuoyunun önünde Genelkurmay Başkanı'na "memur" olduğunu hatırlatmıştı.

Hükümet, Genelkurmay Başkanı'nın resmi olarak Başbakan'a bağlı olduğunu, görevleri itibarıyla Başbakan'a karşı sorumlu olduğunu hatırlatmıştı. Sonuçta da büyük bir halk desteği almıştı. Genelkurmay Başkanlığı, bildiriye karşı sessiz kalırken, dönemin komutanları kamuoyunda yükselen tepki sonrası, bildiriyi savunamaz duruma geldiler.

Tarihe “e-muhtıra” olarak geçen 27 Nisan bildirisi nihayetinde Genelkurmay'ın sitesinden de kaldırıldı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapıldığı ilk turunun gecesinde yayımlanan ve 4 yıl boyunca sitede tutulan muhtıra, 30 Ağustos 2011'de veritabanından silindi.

27 Nisan 2007'deki e-muhtıra konusunda medyanın bir bölümü çok kötü sınav verdi. Muhtıraya konu olan Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri ve Kur'an kurslarıyla ilgili servis edilen haberler; Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Posta gibi gazetelerde yer aldı. Muhtıranın hemen ertesinde yapılan Cumhuriyet Mitingleri, darbecileri ele veren bir turnusol kağıdı gibiydi. Gazetelerin attığı manşetler; tek elden çıkmış gibi darbe sever faşistleri ortaya çıkarıyordu.

Bu sorunu halka giden Erdoğan çözmüştü. Fakat darbecilerle mücadele öyle hiç de kolay olmamıştı. Önce 22 Temmuz 2007'de yapılan genel seçimlerde ise AK Parti yüzde 47'lik bir çoğunlukla yine tek başına iktidar olmuştu. O günlerde akla ziyan işler devletin en yetkili kurumları başındaki askeri vesayet temsilcileri tarafından yapılmaktaydı.

2000 yılında seçilen 10. cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in görev süresi 16 Mayıs 2007'de dolmuştu. Anayasa'nın 102. maddesine göre cumhurbaşkanı seçilebilmek için, ilk iki turda nitelikli çoğunluk (367 oy), sonraki iki turda ise salt çoğunluk (276 oy) aranıyordu. Ancak eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, 26 Aralık 2006'da Cumhuriyet'te yayımlanan yazısında, anayasada belirtilen 367'nin sadece karar yeter sayısı değil, aynı zamanda toplantı yeter sayısı olduğunu ortaya attı.

Kutlu Doğum Haftası nedeniyle yapılan etkinlikleri irticai faaliyet olarak gösteren bildiri; ülke gündemine bomba gibi düşerken özellikle ana muhalefet partisi CHP ile bir kısım medya bunun iktidara karşı muhtıra olduğunu ve hükümetin dikkate alması gerektiğini savunmuşlardı.

Fakat, daha önce muhtırayla hükümet düşürüp, demokrasiyi sekteye uğratan asker ve darbe destekçileri bu sefer sert kayaya çarpmıştı. Siyasi tarihimize "27 Nisan e-muhtırası" olarak geçen bildiri ve ardından oluşturulan medya destekli siyasi baskıya boyun eğmeyen iktidar karşılarına çıkmıştı. Derhal seçime gidilmiş ve sonrasında yapılan anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanlığı seçimi, bizzat halkın onayına sunulmuştu.

Halkımız seçimlerle gereken cevabı vererek darbe girişimini boşa çıkarırken 27 Nisan e-bildirisi yayımlandığında CHP'lilerle birlikte Ertuğrul Özkök, Oktay Ekşi, Yılmaz Özdil, Emin Çölaşan, Onur Öymen gibi isimler e- bildirisine açıkça destek vermişlerdi. Bu özgürlük ve hürriyeti halkımıza çok gören darbeci yazarları asla unutmamak gerekiyor.

En nihayetinde bu girişimleri 15 Temmuz 2016 tarihinde göğsümüzü tanklara siper ederek önleyebildik. Fakat 251 şehidimize mal oldu. Hiçbirisini bu darbeci generallere değişmem. Büyükanıt’a niçin hakkımızı helal etmediğimizi umarım anlatabilmişimdir, vesselam…

Dr.Vehbi KARA

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...