Çarşamba, 19 Mart 2008 16:41

Irak'ın Geleceğinin Şekillenmesinde Türkiye' nin Söz Hakkı Vardır

 

IRAK’IN GELECEĞİNİN ŞEKİLLENMESİNDE TÜRKİYE’NİN SÖZ HAKKI VARDIR

 Süper güçlerin, zayıfları acımasızca ezdiği/baskı altında tutmaya çalıştığı bir menfaatler dünyasında yaşadığımızın kimler farkında?

 Farkında olmak ve buna karşı koymak, baskıyı azaltmak için çabalamak ve etkili olmak yöntemleri bilinse de yapılmıyor. Sebebi sadece yetersizlik mi?

 Zayıf görünenler güçlerini birleştiremiyor. Organize değilse, insanlar sesini nereye kadar ulaştırabilirler? Uluslararası platformda medyayı kim kontrol ediyorsa güç onun elinde görülüyor ve haklı bulunuyor. 

 Sesini devlet olarak yükseltmek ve diplomasi alanında söz sahibi olmak halkın/milletin desteğini almakla doğru orantılıdır. Güçlü parlamento, güçlü yönetim, inançlı idareler, etkinliği arttıran faktörlerdir. Aksi olursa boyun eğmeyi veya sessiz kalmayı dikte ettirir. Bu durum ne zamana kadar devam ettirilebilir veya kimin işine yarar?

 Tarihte her millet, egemenliğe sahip olduğu zaman, bir devlet kurmuştur. Devletin egemenliğe sahip millet topluluğu olduğu, en genel bir ifadesi ile, bilinmektedir. Geçmişte IRAK diye bir millet yoktur. Osmanlı imparatorluğu döneminde “uzak” anlamına gelen kelime ile özdeşleşmişti. Musul-Bağdat ve BASRA eyaletlerinin birleşiminden meydana gelen dini ve etnik bakımdan çoğunluğu Müslüman olan bir devletti.

 Bu devletin nasıl meydana geldiğinin tarihi akışına göz atmak yerinde olacaktır.

 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması, aynı zamanda, o andaki hudutlarımızın belirlendiği bir anlaşmadır. Ateşkesin imzalandığı tarihte, Süleymaniye-Kerkük-Musul hattı ve kuzeyi Türk Orduları tarafından savunuluyordu(1). Mütareke, devletler hukukuna göre kesin barış antlaşması yapılıncaya kadar yürürlükte olabilecek bir belgedir. Kesin durum ise, barış anlaşmasının imzalanması ve taraflarca onaylanmasından sonra yürürlüğe girer. Halbuki Mondros mütarekesinin imzalanmasından hemen sonra İtilaf devletleri, barış anlaşmasını beklemeye gerek görmeden derhal topraklarımızı işgale başlamışlardır(2). Süleymaniye, Kerkük ve Musul da İngilizler tarafından Mondros Mütarekesinden sonra ve fakat Lozan Anlaşmasından önce Uluslar arası hukuk çiğnenerek işgal edilmiştir.

 12 Ocak 1920’de İstanbul’da toplanan Meclis-i Mebusan(Millet Meclisi), 17 Şubat 1920 tarihli oturumunda, “Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918 günü Mütarekenin yapıldığı sırada orduların işgali altında kalan,…..Osmanlı İslâm çoğunluğunun oturduğu bölgelerin tümü ‘fiilen ve hükmen ve hiçbir sebeple ayrılmaz bir bütündür.”(3) Hükmünü birinci maddesinde taşıyan Misak’ı Milliyi (Milli Ant) kabul ederek, Kuzey Irak’ın sınırlarımız içinde kaldığını ilan etmiştir.

 Lozan Antlaşmasının 3 üncü  maddesi iki numaralı bendi; “Türkiye ile Irak arasındaki sınır, Antlaşmanın yürürlüğe girişinden başlayarak dokuz aylık bir süre içinde Türkiye ile İngiltere arasında dostça bir çözüm yoluyla saptanacak, öngörülen süre içinde iki Hükümet arasında bir anlaşmaya varılamazsa, anlaşmazlık Milletler Cemiyeti Meclisine götürülecektir.” hükmünü taşıyordu. İngiltere Lozan`daki diplomatik üstünlüğünü kullanarak o günkü heyeti baskı altına almış bu sorunu Lozan`da çözmemişti.

 Bu hüküm gereğince; 19 Mayıs- 5 Haziran 1924 tarihleri arasında İSTANBUL`da Türkiye ile İngiltere arasında görüşmeler yapılmış fakat sonuç alınamamıştır. Lozan antlaşması uyarınca, İngiltere sorunu, 6 ağustos 1924 tarihinde Milletler Cemiyeti Konseyine götürmüştür. Aslında, Türkiye’nin, üyesi olmadığı bir Mecliste, lehine karar çıkmayacağını önceden değerlendirip, çözümü Lozan’da temin etmesi gerekirdi. Sonuçta; Milletler Cemiyeti Konseyi 16 Aralık 1925`te, Lozan antlaşmasının 16ncı maddesini gerekçe göstererek, Türkiye`nin sınırlarının ötesindeki topraklarından vazgeçtiğine karar vermiştir. O gün karara itiraz edilmiş fakat sonuç alınamamıştır.

 Ancak o günlerin koşulları dikkate alınarak İngiltere ile yeniden görüşmelere başlanılmış, ANKARA`da 5 haziran 1926 tarihli anlaşma ile Musul vilayeti ( KERKÜK dahil) tüm Kuzey IRAK Bölgesi IRAK`a bırakılmıştır.( Sözün özü mandater İngiltere’ye)

 1926 yılı İngiltere bu anlaşmayı mandater devlet ( garantör devlet- hami/himayeci devlet) olarak imza etmiştir. Benzetmek yerinde olur sanıyorum. Tek başına garantör devlet statüsünde olan İngiltere Türkiye’yi diplomatik bir çıkmazın içine sokmuş ve kazanmıştır. Bizde o dönem ikinci garantör devlet olarak imza atabilirdik. Acaba ne kaybederdik?

 1926-1932 yılları arasında İngiltere mandater devlet olarak IRAK`ı idare etmiştir. Bu yıllarda halkın İngiltere’ye karşı sert muhalefeti ve sabotaj faaliyetleri olmuş. Fakat bugünkü boyutlara ulaşamamıştı. Sonuçta İngiltere 1932`de IRAK`ı terk etmiş manda yönetimi sona ermiştir.

 1936 yılında yeni IRAK yönetimi Türkiye ile diplomatik temasa (önce mektup teatisiyle olmak üzere), geçmiştir. Sonuçta iki devlet arasında 1926 yılındaki Ankara antlaşması teyit ve kabul edilmiştir. 1936 ve 1941 yıllarında iki darbe yaşanmıştır. IInci dünya savaşından sonra 29 mart 1946 yılında bu anlaşma yeniden önceden belirlenen şartlar altında imzalanmıştır.

 IRAK`ın (yarını) geleceği, onun sonu mu?  

 %97 si Müslüman (%65 Şii-%32 Sünni) olan bugünkü IRAK`ta olayların adı ve nereye varacağı tam olarak kestirilememektedir. Terör mü? Kime karşı, masum siviller ölüyor. Direniş mi? İşgale karşı yapılıyor. Fakat işgalcilerin ekmeğine yağ sürülüyor, denebilir. Yoksa iç çatışma mı? Provakosyon mu? istenen boyutta ve bütün bölgelerde direniş olmaması bazı şüpheleri getiriyor insanın aklına. Her hal-ü karda bir kaos olduğu herkes tarafından görülüyor. Bu kaosun tek sorumlusu işgal, işgalci, yani ABD-İsrail ikilisidir. 

 İç çatışma/mezhepler arası çatışma şeklinde gösterilen provokasyonların, yakın gelecekte etnik çatışmaya dönüşme ihtimalini gözden uzak tutmamak gerekir. Etnik yapıda %72 Arap, %22 Kürt, %4 Türkmen, %2 Süryani bulunmaktadır. Bu etnik yapı ayrı bir devlet kurma fikrini insanın aklına çağrıştırmaktadır. Bizi böyle düşünmeye sevk eden olaylar zinciri ve kaçınılmaz gelişmelerdir. medyadan ABD`nin Kürt peşmergelerden meydana gelen, bir tugaylık bir gücü (5-8 bin personel) teşkilatlandırdığı ve Bağdat’a koruma gücü olarak gönderdiği kesinlik kazanmaktadır.

 

 Peşmergelerin;

 - Kerkük’teki tutumları,

 - Yeni IRAK yönetiminin KERKÜK konusunda referanduma gitme isteği,

 - ve bunu anayasa emri olarak değerlendirmesi,

 -ve bütün bunlara ABD yönetiminin yeşil ışık yakması halinde, 

 -ayrıca Kürtlerin mezhep çatışmalarına fiilen müdahale etme konusunda kendilerini haklı görmeleri,

 IRAK `ın yeni bir yapılanma ile karşılaşmasını gündeme getirecektir.

 Böyle bir durumda IRAK`ta neler yaşanabilir?

 -Üniter yapı parçalanabilir,  

 -Toprak bütünlüğü tehlikeye düşebilir,

 -Komşu devletlerin tarihten gelen haklarını kullanmayı ve bu haklarını uluslararası hukuka göre gündeme taşıyabilir.

 IRAK yönetiminin, günün ve geleceğin neler getireceğini hesaplayarak üniter yapının muhafazası için gücünü ortaya koyması gerekir. Yönetimin bu hususu gerçekleştirmesi oldukça güçtür. Çünkü halk, yönetimin ABD taraftarı ve kukla hükümet olmadığı konusunda inancını yitirmiştir. Halkın haklı olduğu aşikardır.

 IRAK hükümetinin zafiyeti ve olayları kontrol etmedeki başarısızlığının devam etmesi halinde ne olacaktır?  

 Özellikle terör korkusu ve iç çatışmalarda halkın canını tehlikede görmesi iç ve dış göçü başlatmıştır. Halk emniyetli şehirlerde temerküz etmekte veya  komşu ülkelerin sınırlarını zorlamakta veya zorlayacaktır.

 IRAK`ın mukadderatında Türkiye’nin söz hakkı vardır.

 ABD tarafından açıkça desteklenmeyen ve fakat emarelerle anlaşılan Kuzey Irak`ta kurulacak Kürt devleti, Türkiye’nin bu bölgedeki tarihten gelen egemenlik haklarının tekrar gündeme gelmesine neden olabilir. Uluslararası hukuk çerçevesinde Türkiye, haklı bir konum kazanabilir. 

 Nedenine gelince; yukarıda açıklandığı şekliyle 330 km olan Türkiye-IRAK sınırı; önce İngiltere ile ve daha sonra IRAK devleti ile yapılan ve BM tescilli antlaşma ve halen geçerliliği devam eden uluslararası sözleşmelere dayanmaktadır. Bu sözleşmenin imzasını taşıyan IRAK devleti ortadan kalkarsa ve söz konusu topraklar üzerinde başka unsurlar/devletler egemenlik iddiasında bulunursa ve devlet kurulursa, Türkiye’nin itiraz etme, hatta müdahale etme hakkı bulunmaktadır.

 Kıymetlendirilen bu sanal durum, somut olarak karşımıza çıkarsa, Türkiye ne yapabilir?

 Türkiye, antlaşmalarla (Lozan ve IRAK ile yapılanlar) evvelce vazgeçtiği topraklar üzerindeki egemenlik haklarının kendisine iade edilmesi gerektiğinin hukuki sonucunu her durumda ve ortamda/platformda haklı olarak dile getirebilir. Uluslararası hukuk "antlaşmanın bir tarafı yok olursa, o antlaşma konusu diğer tarafın kazanılmış hakları arasında yer alır" kuralını kabul etmektedir. Milletler Cemiyeti Konseyi bu hususu uluslararası hukuk sistemine bir esas, bir şekil ve norm olarak getirmiştir.

 *1955 yılında Kıbrıs’ta benzer durumla karşılaşan Türkiye, diplomatik atak yaparak kazanmıştı. Durumu lehimize gerçekleştirmiştir.

 Özetle olay şöyledir;

 İngiltere 5 kasım 1942’te Kıbrıs’ı ilhak etmiş ve Türkiye bunu Lozan antlaşmasının 20nci maddesine göre kabul etmişti. İngiltere 1955 yılında Kıbrıs adasından çekilince, Türkiye diplomatik temaslara başlamıştır. Bu temaslardan sonra Kıbrıs`taki egemenlik haklarından vazgeçen İngiltere yerine Türkiye devreye girmiştir. Tarihte yaşanmış bu durumun çıkarlarımız esas alınarak, Kuzey IRAK bölgesinde de uygulanabilirliliği değerlendirilmelidir.

 IRAK devleti bölünür ve Kuzey IRAK`ta bağımsız bir Kürt devleti kurulması girişimleri başlarsa(bu konuda güçlü emareler mevcuttur) ve 1926 ANKARA antlaşması ve bu antlaşmayı güçlendiren diğer antlaşmalara taraf olan IRAK devleti ortadan kalkarsa, Türkiye Kuzey IRAK`taki egemenlik haklarına tekrar sahip olabilir. Bu hususun incelenmesi ve değerlendirilmesi önemlidir. Bunun nasıl gerçekleştirileceği ayrı bir incelemeyi gerektirmektedir. ABD`nin bu konuyu bildiği veya incelediğini ifade etmeden geçmemek gerekir. ABD bölgede Kürtleri destekler görünerek başka hesaplar peşinde mi?

 Kaos ne kadar artarsa o kadar sağlam bir zemin oluşturarak bölgede kalma, yerleşim ve ARAP-KÜRT federasyonu adı altında yeni bir devlet kurmayı perçinlemek.  Böyle bir isteği var mı acaba ABD`nin?

 Ortadoğu’da I inci dünya savaşından sonra İngiltere, IRAK`tan 1932`de, Filistin’den 1947`de ayrılmadı mı? bölgede 8-30 yıl hüküm süren mandaterlik hakkını kullanmadı mı? ABD`de aynı hesaplar peşindedir. İsrail’i rahatlatmanın yolu da bu olsa gerek.

 ABD’nin kısa vadede Irak’tan kendi isteği ile çekileceğini düşünmek hayaldir. ABD, Irak’ta, kendi kuklası bir devlet kurma peşindedir. Bu devletteki hakim unsurun da Araplar olmayacağına dair gelişmeler yaşanmaktadır. ABD’nin, Irak’ın komşularını, buna Türkiye dahil, kendi planlarına karıştırmayacağı da aşikar gibidir. Değilse, Türkiye için hayati önemi olan konuları devamlı kaşır mı? ABD ülkemizin can düşmanıdır.

 Aklımızı başımıza alıp, ABD’nin düşmanlığına düşmanca cevap verelim. Komşularımızla birlik olalım. Irak’taki işgalciye karşı direnenlere destek verelim. Evvela Irak’ın kurtuluşunu sağlayalım. Sonra komşularımızla birlikte üniter Irak Devletini yeniden kuralım. Bunda gecikirsek, Irak’a biçilen kefenin içine bizim ülkemizin de sokulmak isteneceğini unutmayalım. 10 Şubat 2007

 Em.Kur.Alb.Feşi Kıran

ASDER Strj.Krl.Üyesi 

 (1) Fahri Belen, Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi 1918 Hareketleri V inci Cilt, s.221:225  

 (2)Doç.Dr.Abdullah Gündoğdu,Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Tarih Bölümü öğretim üyesi. 16  Ocak 2005 tarihli makale,

 (3) Fahri Belen, Askeri, Siyasi ve Sosyal Yönleriyle Türk Kurtuluş Savaşı, s.147

Son Düzenlenme Çarşamba, 26 Mart 2008 05:10
Fethi Kıran

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...