Perşembe, 01 Mart 2018 22:51

28 Şubat mı? Bir Daha Asla!

28 Şubat öncesinde İslami şuurlanma yükselişe geçmişti. Darbeciler bu yükselişten rahatsız oluyorlardı  önünü kesmek istiyorlardı. Şimdi daha iyi anlıyoruz ki 28 Şubatın öncesinde yaptıkları manipülasyonlar darbeye zemin ve hazırlamak içinmiş. Sıradan bazı olaylar abartılarak, adeta hoparlörle halka duyuruluyordu. Müslüm Gündüz’ün gezilerinin her gün destekçi basında yer alması, uydurma bir şeyhin kadınlarla çiftliğinde alem yapması, yine uydurma başka bir şeyhin bir kadınla anlaşmalı beraberlikleri (Fadime Şahin Ali Kalkancı olayı), Başbakan Necmettin Erbakan’ın, kanaat önderlerine verdiği iftar yemeği vs… büyütülerek her gün hakkında yorumlar, haber programları, açık oturumlar yapılıp “memleket çok kötüye gidiyor” havasını oluşturmak istiyorlardı. Sonuçta darbeci askerler sivil destekçileri ile birlikte yaptıkları darbe sonucunda muazzam bir zulüm yaşandı. Adeta dindar kesime kan kusturdular. Adı konmamış bir diktatörlük yaşandı. Asıl amaçları, dindarları devletten tasfiye etmekti. Bunun için de ilk hedefleri başörtülü hanımlardı. İslam’ın şeairi olan başörtüsünü örgüt üyeliği için sembol olarak ilan ettiler. TSK ‘da komutanlardan şu gibi sözleri çok işittik;” Biz komutanınız olarak hanımlarınızın başını açın diyoruz. Açmıyorsunuz. Ama bağlı olduğunuz şeyhiniz örtün diyor. Ona uyuyorsunuz. Demek siz bir yere bağlısınız.Oradan emir alıyorsunuz” gibi tekellüflü tevillerle zorla dindar memurları suçlu ilan ettiler. “Biz Allah’a bağlıyız. Başörtüsü Allah’ın emri olduğu için örtüyoruz” cevabını her vesile ile verdiysek de bu sefer de kendi namaz kılan ama hanımının başı açık olanları bize örnek gösterdiler. ”O da dindar. O başını örtmediğine göre, demek ki oluyormuş” dediler. Zamanın meşhur generallerinden Doğan Beyazıt, bir konuşmasında o zamanın Pakistan Başbakanı Benazır Butto’yu örnek göstermişti. “O da Müslüman, demek ki örtmeyince de oluyormuş” demişdi. Ümmetçe İslamiyet’i yaşamada ve İslami hassasiyetlerde birlik ve beraberlik içerisinde olmayışımız onlara bu zayıflığımızı kullanma imkanı vermişdi maalesef. Hele de o dönemin Fetöcü subay ve astsubayları, yukardan gelen emir neticesinde ikiletmeden başörtü yasağı duyulur duyulmaz hoca(!)larının emrine uyup eşlerinin başını açtılar, içki içmeye ve kokteyllerde dans partilerine katılmaya başladılar. Adeta çalıştıkları birimde devam edebilmek adına sistemin insanı olmayı göze aldılar. Bu durum da Müslüman kesimi çok zor durumda bıraktı. Direncimizi kırdı. Fetullah Gülen’in kalkıp “başörtüsü teferruattır” demesi üzerine tüm takipçilerinin tartışmasız bir şekilde başlarını açması, tüm Müslüman kesimi darbeci zihniyet karşısında zor duruma düşürdü. Nur talebeleri her zaman olduğu gibi o dönemde de  Risalei Nurdan aldıkları dersle; bizim müslüman olarak öncelikli görevimiz farzları yapıp kebireleri terketmektir. Bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife; imanını kurtarmaktır, başkaların imanına kuvvet verecek bir surette çalışmaktır.  Biz vazifemizi yapar vazifei ilahiyyeye karışmayız dediler. Hiçbir zaman takiyye yapmadılar. Her zaman ve her yerde hem müslüman olduklarını hem de Nurcu olduklarını gizlemediler. Errızku alellah dediler. İşinden atılmak korkusuyla Allah’ın emirler’inden taviz vermediler.. İşte gerçek Nurcuları fetö taraftarlarından  ayıran önemli bir belirti de bu özellikleridir.
TSK daki Cunta  destekçilerinden bir kısmı da o sıralarda televizyonlardaki açık
oturumlarda  çok konuşturulan Yaşar Nuri Öztürk ve Zekeriya Beyaz gibi kafa yapısı sisteme uygun olan adamların konuşmalarını ve fetvalarını bize dayatmaya çalıştılar. Sonuçta daha önceleri münafıkane yapılan, İslamiyetle mücadeleyi bu dönemde aleni ve açıktan yapmaya başladılar. Alınan MGK kararları  ile  imamhatip okullarının orta kısımları kapatıldı. İmamhatip liselerinin de üniversiteyi kazanma konusunda katsayı zulmüyle önünün kapatılmasından ötürü öğrencisi  çok azaldı. Bir çok Kur’an kursu kapatıldı. İmam hatip mezunu çok başarılı, zeki öğrenciler Üniversitelerin istedikleri bölümlerine giremediler. Bir kısmı da hiçbir bölüme giremedi. Bu dönemde en büyük zulüm de başörtülü öğrencilere ve çalışan başörtülü hanımlara yapıldı. Çünkü onların inançlı oldukları belli idi. İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu ve Nur Serter gibi darbenin ateşli tetikçisi olan şahsiyetlerin oluşturduğu ikna odalarında “ya başını açar okursun veya okulu bırakırsın” baskısına maruz kaldılar. Sonuçta bir nesli mahvettiler. Bir daha dönülemeyen okullar, tahsilini yarıda bırakanlar, dönülemeyen meslekler, yıkılan hayaller, yıkılan ümitler…
Ateş düştüğü yeri yakar. Bu yaşanan acıları Laik kesimin anlaması mümkün değil. Çünkü 28 Şubat onlara dokunmadı. 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde kendilerinin de mağdur edildiğini ileri sürseler de bu darbeler sırasında tutuklanan ve hapis yatanlara verilen asimetrik cezalar onları durdukları yerden gelip yakalamadı. Küçük de olsa kabahatleri ve suçları vardı. Oysaki 28 Şubat’taki zorbalık insanları sadece inandıkları hayatı yaşamaya gayret ederken gelip yakaladı. Onlar hiçbir gizli örgüte üye değillerdi. Kanun dışı hiçbir faaliyetleri yoktu. Devlete karşı hiçbir kötü niyet ve düşünceleri de yoktu. Terör olaylarına karışmamışlardı. 28 Şubat cuntası, onların hayatlarını yasak ve engellemelerle mahvetti.
Bu asil ve necip milletin Müslüman evlatları, İslamiyet’ten aldıkları terbiye ile hiçbir zaman intikam almayı düşünmediler. Çünkü onlar inanıyorlar ki ahirette bir mahkeme-i kübra var. Kimsenin zulmü yanına kalmı
yacak. Allah, mazlumların hakkını zalimlerden alacak. Bu inanç onları teselli etti. Bu yüzden İntikamı düşünmediler. Zalimleri Allah’a havale ettiler. Cuntacılar bu zulmün bin yıl süreceğini iddia ettiler ama zulüm hiçbir devirde payidar olmamıştı ve yine olmadı. Bugün adalet, 28 Şubat’ın sebep olduğu mağduriyetlerden bir kısmını telafi etti.  Ama hala adaletin tecelli etmediği problemler var. Adaletin tecellisi konusunda beklenti içinde olanlar var. Yakinen bildiğim için bir tanesinden bahsetmek istiyorum. TSK ‘dan çeşitli şekillerde tasfiye edilmiş 28 Şubat mağdurları var. Bunlardan YAŞ kararı ile ayırdıkları mağdurlar; ASDER in hazırladığı 6191 sayılı kanunla hakları büyük ölçüde iade edildi. Ama bunların dışında askeri öğrenciyken dindar olduğu için atılan, KHK yolu ile atılan ve yaşattıkları baskı ve zulümler neticesinde emekliliğe zorlanan subay ve astsubaylar haklarını alamadılar. Bu üç gruptan büyük çoğunluğu atıldıktan veya ayrıldıktan sonra bir düzen tutturamadılar. Hala pazarcılık yapan veya statüleri ile mütenasip olmayan işlerde düşük maaşlarla çalışıp hayatlarını sürdürenler var. Oysaki 28 Şubat’a destek vermiş olan Ergenekoncular haklarını(!) hızlı bir şekilde çok büyük tazminatlarla aldılar. Onlardan daha önce ve acı mağduriyetlere uğramış olanlar için devletimizin bir an önce hak iadesine gitmesini ümit ediyoruz.
Bu konuda ASDER in hazırlayıp ilgililere ilettiği kanun taslağı ilgi bekliyor.
Geciken adaletin bir an önce tecelli etmesi konusunda beklenti içinde olanların haklarının  verilmesi ümit ve temennisi ile…

Selahattin Arslan

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...