Cuma, 19 Mayıs 2017 20:37

A N A G İ B İ Y A R

Anam.. hep dersin ya, “Bu kapıda sizin için durdum.” diye. Babam asker, daha 18 yaşında gencecik bir gelinken, beni sırtına sarıp tarlaya gittiğini, ormana gittiğini, hem çok korktuğunu ve ağladığını, benim daha yaşına bile girmeyen bir bebekken bile seninle ağladığımı anlatırdın…

Güller Gülü (SAV) buyuruyor ya; “Cennet anaların ayakları altındadır.” diye. Sen de söylersin gelinlere kızlara, özellikle de hamileliğin zor günlerinde. “Yavrum, analık kolay mı?” diye. Analık zordur elbet. Evlat hep vermeden alan değil mi anneciğim, hangi yaşta olursa olsun.

Anneciğim, bize önce “Yok!” kavramını öğrettin. Yoktu gerçekten. Babacığım, fabrikada çalışırken yemekte çıkan portakalı, elmayı cebine koyar eve getirirdi çocuklarına. Fabrikadan verilen aylık dört kalıp sabunla o ay bizi de çamaşırları da yıkardın. Hatırlıyor musun annem, ortaokul birinci sınıfa giderken bir parka almıştınız bana. O kadar büyüktü ki yürüyen parka gibiydim. Sonra onu lise ikiye kadar giydim. Artık ceketimden bile kısaydı, mont gibiydi. Ama mutluyduk annem. Hep birlikte. Sevginleydik hep.

Anne, tarlada çalışırken dayım gelmişti, boynunda bir fotoğraf makinesi ile. 9-10 yaşlarındaydım sanırım. Üstten bakılıp resim çekiyordu. Resmimizi çekmişti. Senin ayağında bez donun (şalvar) vardı. Yanımızda öküzlerimiz. Ne çok severdim o öküzleri. Kaküllerini tarardım. Sonra babaannem Hacc’a giderken satmıştı da çok ağlamıştık arkalarından.. Sen dayıma kızmıştın “Çekme bu halde resim!” diye. Annem iyi ki çekmiş bak, o yaşlardaki tek resmimiz ikimizinde. Ayrıca ben hergün bakıyorum o resme.

Sonra okumak için kursa gittim, sen gitmemi istememiştin. Ben hiçbir şeyin farkında bile değildim. Eve sadece yazın bir ay gelebiliyordum ya. Bitlenmiştik kursta. Daha sonra yine bitlendim gerçi dağa çıkınca.. Neyse, annem duvarın dibine çöküyordum, hani Rahmetli dedem, damın duvarına çöküp de yaslanırdı ya. Aynen öyle, geceleri kalkar, kursun büyük salonunun duvarının dibinde hıçkırıklarla ağlardım anne. Seni çok özlerdim. Hep kokun kaldı burnumda annem.. Sızlatır burnumu hep doyamadığım kokun… Özlediğim sevgin annem..

Yıllar geçti annem. Yaşlanıyoruz. Tabii sen senin yaşadıklarını biliyorsun. Hani dedin ya geçenlerde telefonda ağlayarak. Bir şey oldu zannetmiştim ağlarken sen. “Tarlada dolaşıyordum, 35 sene önce kardeşin Mustafa’ya tokat atmıştım gereksiz yere. Tam ordayım, çökekaldım buraya. Neden vurdum çocuğuma diye ağlıyorum.”

Annem. Biz de seni çok özlüyoruz. Her gün seni yaşıyoruz. Küçük kardeşim sana küstü diye dedin ya ağlayarak. “Ben O’nu üç sene emzirdim.” Annem sevgi verdiğin bir günün bile hakkı ödenir mi?

Babaannemi çok sevmeme hep kızdın. Haklısın Annem de Allah’tan korkarım, kanımda kanı var. Sevgisi var. Ama senin ve babam için çok üzülüyorum. Herşey kilitli. Şeker bile, sabun bile, yağ bile. Ev iki katlı ve dört oda. Ama biz kocaman ortaokul, lise talebesi idik. Anne, baba, üç delikanlı olacak oğul, bir küçük kız çocuğu, bir bebek oğul. Yani beş çocukla aynı odada yatıyor, kalkıyorduk. Neler çok görülmüş anam babacığımla sana. Olsun anam, Allah senin imanla geçirdiğin, sabırla yaşadığın günlerin karşılığını verecek elbet.

Sonra annem, birliğimle güneydoğuya gittim. Üsteğmenim. 24-25 yaşındayım. Cüdi Dağı’nın dibindeyiz. Bitlendik, aç, çamur, pislik, özlem.. Tek iyi şey, ast, üst tüm personel birbirine sevgi ve saygı ile bağlı. Tabur Komutanı, ailenin dedesi, bölük komutanları baba ve amcalar, takım komutanları ağabeyler..

Arada bir Silopi’ye inip arıyorum seni. Kış çok sert. 1990-91 Kışı. Diyorsun ki; “Yavrum burada fırtınada evlerin çatıları uçtu. Ne yapıyorsunuz?” “Ana burada havalar çok iyi.” diyordum sana hep. Nasıl dı biliyor musun ana? Çadırlarda kalıyoruz. Üstleri akıyor, içinde çamur.. Yağmur oluğu diye çadırın içine adeta kanallar açtık. Dere gibi. Bir gün dedin ki annem; “Oğlum gece yarısı dışarıya çıkıyorum, Ay’a bakıyorum. Oğlum da bakıyordur diye.” Ana o günden sonra dağda gece kaldığımız pusularda Ay’a dürbünle bakıyordum, anamla aynı anda bakmak için. Sonraki yıllarda ve halen hep bakarım Ay’a anam. Anamla aynı anda aynı yere bakarım diye. Ne müthiş bir sevgi senin ki be annem sen Düzce’nin Çele Köyü’nde, ben Silopi’de dağ başında, aynı anda Ay’a bakarak özlem gidermek..

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, annenize ve babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine öf! bile deme! Onları azarlama! İkisine de güzel söz söyle! Onları esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de Sen onlara (öyle) rahmet et (diyerek dua et!)” İsra 23, 24. Yine Allah’ımız (CC): “Biz insana, anne babasına (en güzel bir biçimde davranmasını) emrettik. Çünkü annesi onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. O halde Bana ve annene babana şükret! Dönüş Banadır.” Lokman 14.

Annem Allah’ımız (CC) talimatını vermiş zaten. Hamdolsun ki sana fıtratında annelik şuurunu, bize de evlatlık mes’uliyetini vermiş.

Annem. Sonra Acemi Birliklerinde Bölük Komutanı oldum. Hatırlar mısın hani babam anlatmış sana askerden gelince. “Acemi birliğinde onbaşı koğuşun kapısına dikildi, palaska ile çıkarken acemi erlere gelişigüzel vuruyor. Palaskanın ucundaki demir sırtıma vurdu, çok canımı yakmıştı.” diye. Sen de demiştin ya; “Oğlum, subay olunca bir asker döversen sana hakkımı helal etmem.”  Babam gülmüştü sana. “O ocağa ne insanlar geliyor, çocuğu bunaltma.” diye. İşte Anneciğim öyle bir Acemi Bölüğünün Komutanı oldum Yüzbaşı iken. Neyi farkettim biliyor musun?

Ana, Anadolu senin gibi, yürekli, fedakar, vatansever, imanlı analarla doluymuş meğer. Hani Harp Okulu’na beni ziyarete gelince nizamiyeden geçen Harbiyeli’leri görünce babama demişsin ya; “Bu çocuklar tornadan çıkmış gibi, hepsi birbirine benziyor. Hangisini kucaklayayım Oğlum diye.” Aynen onun gibi anam, Anadolu’nun tüm anaları kucaklanası, elleri öpülesi imiş meğer. Neden mi? Gelen askerler Anadolu’nun heryerinden geliyorlar. Türk, Kürt, Abaza, Çerkez, Arnavut, Gürcü, Boşnak.. Sünni, Alevi.. Ama annem, hepsi tornadan çıkmış gibi, terbiyeli, fedakar, saygılı, itaatkar. Devlete ve millete kurban olmaya gelmişler.

Hani Çanakkale’de 100 sene önce oğlunu kınalayıp gönderen ana ne yazmıştı Komutana. “Evladım, bizde üç kıymete kına yakarlar, koça kına yakarlar, Allah’a kurban olsun diye. Gelin giden kıza kına yakarlar, gittiği evde eşine evlatlarına kurban olsun diye. Askere giden oğula kına yakarlar, vatanına, milletine, dinine feda olsun diye.” Annem hala tüm analar oğullarını aynı terbiye ile yetiştirip askere gönderiyorlar. Hem de hepsi. Meğer Askerliği bu necip Millet Analardan öğreniyormuş. Biz sadece, selam vermeyi, silah tutmayı ve harp etmeyi öğretiyormuşuz. Askerliğin ruhunu anneler veriyormuş. O şehit cenazesinde dudaklarını ısırıp kanatıpta yine gözyaşını saklamayı beceren anneler.. Anam, ülkenin gerçek koruyucu melekleri de annelermiş. Siz o yüce ruhu vermeseniz, evlatlar şehit olmaya düğüne gider gibi gidebilirler mi?

Annem, geçen sokakta yürürken insanların gelişigüzel, tüm çamaşırlarını kurutmak için dışarıya astıklarını gördüm. Sahi ben ne senin ne de babamın atletini bile görmedim hiçbir yerde. Sen nerede kurutursun annem çamaşırlarını? Gerçi köyümüzde kimsede görmedim. Bu iffet ve asalet! Ne büyük bir ahlak seviyesi annem. Allah devam ettirmeyi tüm milletimize nasip etsin. Aynı şekilde sizleri ben pijamalarınızla da görmedim. Bu nasıl bir özlem anne biliyor musun? Hani gevur memleketlerinde uzun süre kalırsın da Ezan sesi özlersin, minareler görmek istersin ya. Toplumun geçmişteki bu iffetini de şimdilerde öyle özlüyoruz annem.

Şunu gördüm annem, “Ana her yaşta ana, çocukta her yaşta maalesef çocuk.”

Kız eğitimli ve yetişkin. Kaçmış eşine. Hem de bir Müslüman Türk Ülkesinden başka bir Müslüman Yurda. Aylar geçmiş. Evlenmiş, hamile bir de… Anası, babası gelecek. Günleri, saatleri sayıyor hemde çocukken saydığı gibi.. “İki gece uyuyacacağız, üçüncü gece gelecekler.” diyor eşine. Tam gelecekleri gün anne arıyor ve “Kızım babanın işi çıktı, biz üç gün erteledik gelişimizi..” O koca kadın olmuş, doçent olmuş evlat hışımla anasının yüzüne kapatıyor telefonu. Neden mi annem? “Çocuk işte!” diyeceğim güleceksin. Ama dedim ya çocuk her yaşta çocuk, ana hep ana. Ağlarken “Ana!” diye ağlıyoruz her yaşta. Düşünün diyor ki sonra doçent hanım eşine; “Küçük çocukken annemi babamı beklerken de böyle beklerdik, iki gece uyuyacağız, uyanacağız, sonra annemler gelmiş olacak.”

Annem seni çok özlüyoruz.

Tabii çok değer verdiğimiz bir anne daha var hayatımızda. Eşimiz.. O’nun anne olurken yaşadıklarına, ağrılarına, çaresizliklerine tanıklık ediyoruz. Bu arada, annelik hamilelikle başlıyor. Babalık mı? O doğumdan sonra. Kocalar hamilelikle beraber baba gibi davranmalı, eşini yalnız bırakmamalı. O’nun evladı için verdiği çaba ve emeğe anlayışla, sevgi ve saygı ile bakmalı.

O sevgi ile yolunuzu bekleyen eşinizi büyüten bir anne daha var. Kınalayıp kızını binbir ümitle gelin gönderen. Hatta kızının gönlü olsun diye babayı bile kırabilecek fedakarlıkta. Elleri duada hep iyi haber bekleyen ana.. “Ana kızına taht kurar, kız bahtı kocadan arar.” Atasözümüz var ya. O ana da koca olarak, senin kızının bahtını kurmanı bekler.

“Ana gibi yar olmaz, Bağdat gibi diyar olmaz.” demiş ya Atalar Ana. Sen dert yükünü de, efkarımızı da, sevincimizi de çeken en değerli varlığımızsın. Sen “Ananın bastığı yavru incinmez.” misali söyle Anam. Senin söylediğin herşey küpe kulağımıza. Haa birde şaşırma, hala süren cahilliğimize annem. Sen de söylemiyor musun, “Böyük anamın lafları geliyor aklıma!” diye. “Yaşlandıkça kıymetini anlıyorum. Ne akıllı kadındı.” diye. Demek dünyanın düzeni böyle anam. Analar her yaşta çekiyor demekki çocuklarını, ya da çocuklarından çekiyor. Ne diyelim annem, “Seni çok seviyoruz.” demekten başka. Biz hep alan taraftayız. Ne ile ödenir ki ana hakkın? Çiçekle mi? Basit hediyelerle mi? Anneler günündeki komplimanlar, kandildeki telefonlar, Bayram ziyaretleri ile mi? Hayır!..

Anne, sen bize hakkını ebediyen helal et, yoksa ne yaparız biz? Duaya da devam et, Allah kendi merhametinden vermiş annelere. Ana duasını Rabbim geri çevirmez İnşaallah.

ANNE

İlk kundağın

Ben oldum, yavrum;

İlk oyuncağın

Ben oldum.

Acı nedir

Tatlı nedir... bilmezdin

Dilin damağın

Ben oldum.

Elinin ermediği

Dilinin dönmediği

Çağlarda, yavrum

Kolun kanadın

Ben oldum

Dilin dudağın

Ben oldum.

Belki kıskanırlar diye

Gördüklerini

Sakladım gözlerden

Gülücüklerini...

Tülün duvağın

Ben oldum!

Artık isterlerse adımı

Söylemesinler bana

'Onun Annesi' diyorlar...

Bu yeter sevgilim bu yeter bana!

Bir dediğini

İki etmiyeyim diye

Öyle çırpındım ki

Ve seni öyle sevdim sana

O kadar ısındım ki

Usanmadım, yorulmadım, çekinmedim

Gün oldu kırdın...

İncinmedim;

İlk oyuncağın

Ben oldum.. Yavrum

Son oyuncağın

Ben oldum...

Layık değildim

Layık gördüler

Annen oldum yavrum

Annen oldum!

Arif Nihat Asya”

Evet annem, sen herşeyimiz oldun. Gücüm sadece “Seni çok seviyorum Anne” diyerek sana sımsıkı sarılmaya yetiyor.

Aşağıdaki şiiri ibret vesikası olarak ekliyorum.. İşte Ana merhameti ve zalim evlat..

“KESİLDİ Mİ ELLERİN?

 

"Anne, anne, hişt, hişt!.."

"O kim?"

"Benim, kalk, kalk, para ver!"

"Oh, sen misin, ödüm koptu..."

"Yeri ner'de? Kalk göster!"

"Çıldırdın mı çocuk, bende para ner'den olacak?

Benim gibi bir dul kadın kimden para alacak?"

"Miras yedin..."

"Onu baban sağlığında bitirdi;

Ur patlasın, çal oynasın, şur'da bur'da yedirdi;

Param olsa el dikişi diker miyim böyle ben?

Bir kör mumun..."

"O masalı başkasına anlat sen;

kalk, para ver!.."

"Sarsma oğlum, Haktan korkun yok mudur?

Bir anaya kalkan eli..."

"Sus dırlama!.."

"Urma, dur!

Beni dinle, hangi ana para vermez oğluna?

Vallahi yok, olmuş olsa feda olsun yoluna!"

"Kalk diyorum! Para, para! şimdi seni ururum..."

"Billahi yok!..

Ah uruldum!.. Aman, aman omuzum.     

Oğul, oğul, beni vuran elin yere döşene!"

Hain evlât, beğendin mi? Bak ananın hâline!

Ah, ben senden son vaktimde evlâtlık beklerken,

Beni böyle al kanların içer'sine koydun sen!

Ben senin için doğmuş idim, ben seninçün yaşardım;

Sendin benim her düşüncem, sendin benim her derdim.

Bir parçacık benzin uçsa, bir kerecik: "Of!" desen,

Ne Cehennem azapları çeker idim o gün ben.

İşte artık senin için çarpan yürek duruyor;

Ağlayan göz kapanıyor; gülen dudak kuruyor.

Çalışan el uyuşuyor; rahat olsun her yerin!..

Kim derdi ki, o koynumda büyüttüğüm ellerin,

Benim şu ak, şu kınalı saçlarımdan tutarak,

Acımadan, titremeden bana bıçak uracak?

Bu ne yürek? Para için insanlıktan geçiyor,

Bu ne alçak susayış ki, ana kanı içiyor;

Seni böyle kimler etti, kanlı cellât, canavar?

Hayır, hayır, onlarda da senden pek çok duygu var.

Senin elin, bir cellâdın bıçağından duygusuz,

Senin elin, bir kaplanın tırnağından duygusuz.

Senin elin, kan dökücü her bir şeyden hâindir,

Âh, bir cellât senin gibi kanlıları gebertir;

Bir kaplan da, anasından başkasını pençeler,

Harâm olsun, o uykusuz bıraktığın geceler;

Bugünedek emeklerim dursun iki gözüne;

Kan yerine irin olsun emdiklerin!..

O kan ne?..

O damlayan kimin kanı, avucunun içinden?..

Yoksa beni urur iken, bana bıçak saplarken,

Kesildi mi elleri?

Of, sızlıyor omuz başım, yaralarım pek derin!

Kaç buradan, seni şimdi gelip bur'da tutarlar;

Zincir urup o karanlık zindanlara atarlar.

Kaç buradan bir kuş gibi!"

"Ben kanımı helâl ettim, sen de affet yâ Rabbi!..."  

Mehmet Emin Yurdakul

(1869 -1944 )"

Halil MERT

(E) Topçu Yarbay

Strateji ve Yönetim Uzmanı

https://www.youtube.com/user/81mert1 | Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...