Pazartesi, 17 Nisan 2017 08:58

Niçin Evet Diyorum?

Referandumda “evet” oyu vereceğim çünkü halkım mevcut darbe anayasası ile yönetilmeye layık değil. Bir kısmını işte böyle referandumlarla değiştirdiği gibi diğerlerini de Allah’ın izni ile değiştirecek. 21. Yüzyıl’ın ilk çeyreği bitmeden İnşallah manevi değerlerimize saygılı ve ülkemizin refah düzeyini yükseltecek bir anayasa gelecektir.

Şimdiki referandum yeterli olmamakla birlikte önemli bir adımdır. Bu sayede atılacak önemli adımların başlangıcıdır. Burada meydana gelebilecek bir tökezleme maazallah ileride ciddi problemlerle karşı karşıya kalmamıza yol açacaktır.

Referandumun temel değişikliği yönetimde çift başlılığı ortadan kaldırıp yerine daha güçlü ve iş yapma kabiliyetine sahip yönetimlerin önünü açacaktır. Türkiye, çok önemli bir coğrafyada bulunmakla birlikte İslam ülkelerinin göz bebeği konumundadır. Burada meydana gelen küçük bir aksaklık diğer Müslüman coğrafyada çok büyük sarsıntılara yol açmaktadır. İşte daha sayacağımız birçok nedenden dolayı referandum önem kazanmıştır.

Güçlü bir evet çıkması da önemlidir. Bıçak sırtında az bir oyla kazanılan referandum sorunları çözmeye yetmez. Halkın iradesini güçlü bir şekilde sandığa yansıtması gereklidir.

Meselenin ana hatlarını özetledikten sonra şimdi de bu referandumu fırsata çevirip “tevhid” gerçeğinin bir yönünü anlatmaya çalışayım. Bu sayede “la İlahe İllallah” yani “Allah’tan başka ilah yoktur” ifadesinin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkar. Hazreti Peygamber (asm) “Ben ve benden önceki Peygamberlerin söylemiş olduğu en yüce söz, la ilahe İllallahtır” demiştir. Bu kadar önemli olan bu sözün hiç olmaz ise bir parçasının anlaşılması için referandumdan dersler çıkarılabilir.

Yönetimde çift başlılığın ne gibi zararlar doğurduğunu ve bunun sürdürülemeyecek bir yönü olduğunu Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinde sıklıkla bulabiliriz. Özellikle 2. Şua ve 23. Söz isimli eserlerine bu makalede yer verilmiştir. Hüküm sürmede çift başlılığın zararlarını anlamak için bu gibi eserleri hazmederek okumakta yarar vardır. Aksi takdirde meselenin ciddiyetini kavramak güç olacaktır.

Bu kâinatta, gözle görünen hikmetli fiil ve tasarruflar Allah’ın nihayetsiz ilim ve kudretiyle yapılmakta, icat edilmektedir. Evet, bu eserlerden anlaşılmaktadır ki; “Hâkimiyetin şe’ni ve muktezası istiklâliyet ve infiraddır ve gayrın müdahalesini reddir. Hattâ aczleri için muavenete fıtraten muhtaç olan insanlar dahi, o hâkimiyetin bir gölgesi cihetiyle gayrın müdahalesini red ve istiklâliyetini muhafaza etmek için, bir memlekette iki padişah, bir vilâyette iki vali, bir nahiyede iki müdür, hattâ bir mahallede iki muhtar bulunmuyor. Eğer bulunsa hercümerc olur, ihtilâl başlar, intizam bozulur”.

Aciz ve muavenete muhtaç olan insanlar dahi; başkasının müdahalesini ve ortaklığını reddediyor. “Elbette aczden münezzeh bir Kadîr-i Mutlakta, rububiyet suretindeki hâkimiyet, hiçbir cihetle iştiraki (ortaklığı) ve müdahale-i gayrı (başkasının müdahalesini) kabul etmez. Belki gayet şiddetle reddeder ve şirki tevehhüm ve itikad edenleri gayet hiddetle dergâhından tard eder. İşte, Kur’ân-ı Hakîmin ehl-i şirk aleyhinde gayet şiddet ve hiddetle beyanatı bu mezkûr hakikatten ileri geliyor”.

“Meselâ, nasıl ki, güneşin azamet-i nuru ve kibriya-yı ziyası, perdesiz ve yakınında bulunan başka zayıf nurlara hiçbir cihetle ihtiyaç bırakmadığı ve tesir vermediği gibi, öyle de, kudret-i İlâhiyenin azamet ve kibriyası dahi, ayrı hiçbir kuvvete, hiçbir kudrete ihtiyaç bırakmadığı gibi, onlara hiçbir icadı, hiçbir hakikî tesiri vermez. Ve bilhassa kâinattaki bütün makàsıd-ı Rabbaniyenin temerküz ettiği yeri ve medarları olan zîhayat ve zîşuurları başkalara havalesi kàbil değil. Hem hilkat-ı insaniyenin ve hadsiz enva-ı nimetin icadındaki gayelerin tezahür ettiği yerleri, menşeleri olan zîhayatların cüz’iyatındaki ahval ve semeratı ve neticeleri başka ellere havalenin hiçbir cihet-i imkânı yoktur. Meselâ, bir zîhayat, cüz’î bir şifası veya bir rızkı veya bir hidayeti için Cenâb-ı Haktan başkasına hakikî minnettar olmak ve başkasına perestişkârâne medih ve senâ etmek, rububiyetin azametine dokunur ve ulûhiyetin kibriyasına ilişir ve mâbudiyet-i mutlakanın haysiyetine dokundurur, celâlini müteessir eder”.

“Semâvât ve arzın hilkatı (yaratılması), bilbedahe gayet kemâlde bir kudret-i mutlakayı ister. Belki, her bir zîhayatın acaip cihazatı dahi kemâl-i mutlakta bir kudreti iktiza eder. Ve aczden münezzeh ve kayıttan müberrâ bir kudret-i mutlakadaki kemâl ise, elbette vahdeti istilzam eder. Yoksa kemâline nakîse ve ıtlakına kayıt konmak ve nihayetsizliğine nihayet vermek ve en kavî bir kudreti en zayıf bir acze sukut ettirmek ve nihayetsiz bir kudrete, nihayetsiz olduğu bir vakitte, bir mütenâhi ile nihayet vermek lâzım gelecek. Bu ise, beş vech ile muhâl içinde muhâldır”

İşte “… gayet kat'î ispat ettiğimiz gibi, hâkimiyetin şe'ni, müdahaleyi reddetmektir. Hattâ en edna bir hâkim, bir memur, daire-i hâkimiyetinde oğlunun müdahalesini kabul etmiyor. Hattâ hâkimiyetine müdahale tevehhümüyle, bazı dindar padişahlar, halife oldukları halde masum evlâtlarını katletmeleri, bu redd-i müdahale kanununun hâkimiyette ne kadar esaslı hükmettiğini gösteriyor. Bir nahiyede iki müdürden tut, tâ bir memlekette iki padişaha kadar, hâkimiyetteki istiklâliyetin iktiza ettiği men-i iştirak kanunu, tarih-i beşerde çok acip hercümerc ile kuvvetini göstermiş."

Yukarıda anlatılan hakikatlerde âciz ve muavenete muhtaç olan insanlarda dahi yöneticilik ve hüküm sürme özelliğinin çift başlılığı kabul etmemeleri çok açık bir şekilde görünmektedir. Âmiriyet ve hâkimiyetin bir gölgesi olan zavallı insan, bu derece müdahaleyi reddetmeyi, başkasının müdahalesini men etmeyi, hâkimiyetinde iştirak kabul etmemeyi ve makamında istiklâliyetini muhafazaya çalışmalarını gördükten sonra başka bir söz söylemeye gerek yoktur.

İşte referandum vesilesi ile “tevhid” hakikatının bir özelliğini anlatmış oldu isek ne mutlu. Şu hususa da değinmeden olmayacaktır; Allah insanın her türlü günah ve kusurunu bağışlar lakin kendisine ortak koşulmasını ise affetmez. Bu nedenle “şirk” yani Allah’a ortaklık anlamındaki söz tutum ve davranışlardan şiddetle kaçınmak gerekir. Elbette büyük günahların en büyüğü olan şirk ile insanları suçlamak, eleştirmek kişiyi ruz-i mahşerde ciddi bir sorumluluk altına sokar, vesselam…

Dr.Vehbi KARA

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...