Cumartesi, 03 Eylül 2016 14:53

Aptallar Darbesi

Evet, 15 Temmuz'da kalkışılan bu darbe girişimine benim münasip gördüğüm isim bu: "Aptallar Darbesi"

Gerçekten aptallar darbesi, başka bir isim yakışmaz.

Hep beraber milletçe televizyonlarda sabaha kadar darbe nasıl yapılır adım adım izledik. Daha doğrusu, darbe nasıl yapılamaz, darbeye karşı milletçe nasıl mücadele edilir, bunu izledik.

Her şeyden önce darbe herkesin işten eve dönüş saatinde, bir tarafından yoğun trafik akışı olurken, köprünün diğer tarafını tutmakla olmaz. Yüzlerce televizyon kanalı yayındayken, bir veya iki tane kanala girip, bildiri okutmakla olmaz. En küçük rütbeli asker dahi bilir ki darbe bu şekilde ağır ağır, Brezilya dizileri gibi yapılmaz. “Güm” diye masaya yumruğunu indirir gibi, herkes uyurken sabaha karşı üçte, tüm ekibini aynı anda çıkartıp, stratejik hedefleri bir anda işgal etmekle yapılır.

Gerçi haklarını yemeyelim, adamlar kadrolarını yetiştirmek ve yerleştirmek konularında olağan üstü çalışmışlar. Hepimiz uyurken 35-40 senedir, adeta ilmik ilmik örmüşler. Devlet mekanizmasının tüm kılcal damarlarına kadar, her yerine konuşlanmışlar. Sanki iki üç sene daha bekleselermiş, devlet tüm kurumlarıyla tabii olarak ellerine geçiverecekmiş, neredeyse.

Bu darbe kalkışmasını televizyonlarda izlemeye başladığım daha ilk andan itibaren, kafama takılan soru şu oldu: "Yahu kardeşim, salak mı bunlar, bu saatte ne yapmaya çalışıyorlar? Bu nasıl darbe? Film mi izliyoruz?" deyip duruyordum, kendi kendime. Yani niçin sabaha karşı değil de akşam, halkın eve dönüş saatinde yapıldı? Sonradan ortaya atılan, MİT'in istihbarat alıp, karargâha haber vermesi, bu nedenle erkene alınmış olması tezi çok mantıklı gelmiyor bana. Çünkü son anda başlama saati erkene alınan, daha doğrusu sabaha karşı herkes uyurken yapılmayan darbenin başarı şansı çok düşüktür, hatta hemen hemen imkânsızdır. Bunu hiç mi düşünemediler? İşte bu nedenle “aptallar darbesi” denilmeyi fazlasıyla hak ediyor.

Nelerine güveniyorlardı bilemiyorum? Ya kendilerinden çok emindiler, ya da başka bir şey var. Yani, sanki darbeden amaç darbe değil aslında. Ya da darbe olsun veya olmasın, burada gizli bir başka gerçek amaç var gibi. Buraya ciddi kafa yormamız lazım. Şunu demek istiyorum; onlarca sene gibi çok uzun müddet hazırlanıp, tam start vereceğin sırada darbe haber alınıp, başarı ihtimali çok zayıf derecelere düşüyorsa ve buna rağmen biraz daha bekleyip, başarı şansı yüksek bir zamana kadar ertelemeyip, “olsun biz her halükarda bu işi başlatacağız” diyerek harekete geçiliyorsa, burada asıl amaç başka bir şeydir.

Bu ne olabilir?

Benim kendi gözlemlerimi ve bir takım karineleri yerine oturttuğumda vardığım netice: Recep Tayyip Erdoğan'dır! Bazen futbol maçında da olur, “kardeşim bir şeref gölü atalım da kaç gol yersek yiyelim” denir. Şeref golü Recep Tayyip Erdoğan'dı. Amaç içerisindeki gizli asıl amaç, hedef içerisindeki gizli asıl hedef Cumhurbaşkanını yok etmekti.

Darbe planını bugün incelediğimizde ve yapılanları detaylı bir şekilde gözlemlediğimizde, karşımıza çıkan tabloda görüntü her ne kadar yönetime el koymaksa da, bu plan başarılı olsa da, olamasa da, ne pahasına olursa olsun, başarılması gereken en önemli hususun, Cumhurbaşkanının diri ya da ölü, asıl hedef olduğu çok açık bir şekilde görülmektedir.

Bu şekilde amaç içerisinde ikinci amacı kim kurgulayabilir? Pensilvanya’da yaşayan bir meczup mu? Tabii ki hayır, onun arkasındaki gerçek güç!

Tefekkürümüzde biraz daha ilerleyelim; üçüncü amaca gelelim. Türkiye’nin gittikçe yükselen güç ve karizmasının dağıtılması, tekrar eski, batıya muhtaç ve söz dinler haline döndürülmesi. Ortadoğu ve İslam âleminin yeniden tanzim edilmesi v.s. v.s.

Kalkışmayı planlayan ve destek veren şapşal general müsveddeleri*: Siz bu darbenin başarılı olması halinde hangi hallere düşeceğimizi anlayamayacak kadar akılsızsanız, aslında bir Türk generali değil, hakikaten beynini Pensilvanya’ya kiralamış, haşhaşi generaliymişsiniz. Bu nedenle de “Aptal Darbeciler” denilmeyi hak ediyorsunuz.

Yıllardır her fırsatta, her ortamda şunu söylüyoruz; darbelerin üç saç ayağı vardır; yasal mevzuat, kadrolaşma ve kaos ortamı. Yani bu üçü aynı anda mevcut değilse darbe yapmanız mümkün değildir. Bildiğimiz eski klasik ve post modern darbeler hep bu şekilde olmuştur. Her şeyden önce kanunlar müsaitti. İç hizmet kanununun 35. maddesi cumhuriyeti koruma ve kollama görevini TSK'ne veriyordu. Hâlbuki bu madde değiştirildi. Yani şu an yürürlükte olan, mevcut iç hizmet kanununa göre TSK'nin böyle bir vazifesi yok. O zaman daha ilk anda otomatik olarak suçlu konumuna düşmüş oluyorsunuz. Yine eski dönemlerde memlekette kaos, anarşi, terör v.s. ne derseniz azdırılmış, halk kamplara ayrılmış, siyasiler sükuneti sağlamaktan aciz bir hale düşmüşlerdi. Şu an öyle bir durum da yok. Ee, o zaman geriye ne kaldı? Sadece kadrolaşma. İşte o zaman bu darbe “aptallar darbesi” olmuyor mu, kardeşim?

Tamam, da bu aptallar nasıl cesaret edip, kalkışma yaptılar derseniz, işte burada çok önemli bir husus gözümüze çarpmaktadır. Adamlar çok uzun zamandan beri ciddi kadrolaşmışlar. O kadar mükemmel kadrolaşmışlar ki; diğer iki saç ayağı olmasa da yani mevzuat müsait olmasa da, ortam müsait olmasa da, bu kadrolaşma ile başarılı olacaklarına dair, kendilerine aşırı güvenir hale gelmişler. Başarısızlığı hiç mümkün görmemişler. Hatta gözleri, beyinleri o kadar büyülenmiş ki, diğer saç ayaklarının olmamasının ne kadar vahim bir sonuç doğuracağını hiç düşünmemişler. Hele ki, milletin bu şekilde can siperane karşı taarruza geçeceği ve şehadeti bu kadar arzularcasına mermilerin üzerine atılacağı, tankların önüne yatacağı, uçakların üzerlerine atlamaya kalkışacakları hiç hayal dahi edilememiş.

Yalnız şunu itiraf etmemiz lazım, hakikaten çok uzun yıllar, çok emek sarf edilerek, ince ince, ilmek ilmek işlenmiş. Açık söyleyeyim, bu darbe erkene alınmayıp, normal planlandığı saatte, herkes uykudayken başlasaydı, başarılı olmuştu. Belki Feto manyağının değil, ama onun arkasındaki asıl oyun kurucuların gerçek amacı tahakkuk etmiş olacaktı. O da: “iç savaş”dı!

Çünkü bir kısım halk yine sokaklara çıkacak, bir kısım halk darbecilerin yanında yer alacaktı. Pusuda bekleyen sınır ötesi taşeronlar hemen içeri dalacaktı. 241 değil, belki 241 bin şehidimiz, bir o kadar da darbeci leşler olacaktı. Belki Mısır, belki Suriye’ye dönecektik.

Hadsiz şükürler olsun ki, Allah Teala milletimizin yüzüne baktı. Yüzyıllarca İslamın sancaktarlığını yapmış bu milleti, bir meczup ve haşhaşilerinin marifetiyle arkadaki kuklacıya yem etmedi.

Cumhurbaşkanımızdan sokaktaki kağıt toplayıcı çocuğumuza kadar, savaş uçakları kalkmasın diye tarlasını yakan köylümüzden tankın üzerindeki ere nasihat eden annemize kadar, bir millet topyekun ayağa kalkarak, ikinci istiklal harbini 241 şehidiyle birlikte kazanmayı başarmıştır.

Bundan sonra yeni anlayış ile ne yapmamız, nasıl bir anlayış inşa etmemiz gerektiğini de müteakip yazımızda işleyelim inşaallah.

Allaha emanet olunuz.

*Dip Not: Soru çalarak, kopya ile kumpas ile general olan bu haşhaşiler o şerefli üniforma içerisine yakışmamaktadırlar. Bunlara TSK Generali diyememekteyim. Bunlar ancak müsvedde general olabilir. Zaten şu an er rütbesine indirilmişlerdir.

Son Düzenlenme Cumartesi, 10 Eylül 2016 12:42
Gürcan Onat

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...