Pazartesi, 28 Mart 2016 10:56

ŞÖHRET

Üstad Bediüzzaman, Muhakemat adlı eserinin Dördüncü Mukaddemesinde demiş ki; "Şöhret, insanın malı olmayanı da insana mal eder". Ne kadar güzel söylemiş.

İstesek de istemesek de, bu vakıadan kurtulamayız. Ama yine de şöhreti talep ederiz.

Gerçi kime sorsanız, şöhreti arzulamadığını, öyle bir beklentisi veya isteği olmadığını söyler, ama bu, "ben istemem sen yan cebine koy" kabilindendir. Aslında, bal gibi çoğumuz şöhreti ister ve arzularız.

Halbuki şöhret afettir. Resulullahın hadisi şeriflerinde ve dini eserlerde kınanmış ve uzak durulması tavsiye edilmiştir, ama gel de nefse anlat ve kabullendir.

Evet, ne yazık ki durumumuz böyledir. Sanatçısı, siyasetçisi, iş adamı, akademisyeni, v.s. tanınmaya, bilinmeye çabalamıyor muyuz? Her ne kadar kişi, bunu daha fazla bilinmek, daha fazla, seyredilmek, dinlenilmek veya okunmak ve dolayısıyla dünyevi kazancına artış getirmek maksadıyla yapsa da, sonuçta şöhret talep edilmekte ve elde etmek için çabalanmaktadır.

Benim bu yazımda dikkat çekmeye çalıştığım, şöhretin istenmesi veya istenmemesi ya da peşinden koşulması değil aslında, üstadın dediği gibi, şöhretin içinde gizli olan hak etmediğimiz mülkiyettir. Bir sinema sanatçısı şöhret olduğu zaman, zannedilir ki; o mükemmel bir rol üstadıdır, her türlü rolün altından çok rahat kalkabilir. Bir roman yazarı şöhret olduğu zaman, zannedilir ki; o mükemmel bir yazardır, öyle kurgular yapar ki, ondan başkası yazamaz. Bir tıp doktoru, mesela kanser uzmanı şöhret olduğu zaman, zannedilir ki; o bütün kanserli hastaları iyileştirebilir. Şöhret olmak insanlar gözünde o kişiyi adeta insanlık vasıflarının üzerine çıkartır. Eğer siyasetçiyse; memleketi en güzel o idare eder, ekonomi, iç, dış ilişkiler her şeyin en iyisini o bilir ve yaptırır. Askerse; o hiç bir savaşta yenilmez. Öyle abartırız ki bu yüceltmeleri, neredeyse ilahi vasıflar bile vermeye başlarız.

Bu iş, abartan için de tehlikelidir, abartılan için de. Zannedersin ki; çok çok meşhur şahıslar, öyle varlıklardır ki; onlar basit insanların yaptıklarını yapmazlar, mesela onların da yemek yeme, su içme ve tuvalete gitme ihtiyaçları olduğunu düşünemezsin. Onlarda beşeri zafiyet olarak düşünebileceğin şeyler görülemez, mesela yatakta yatıp, uyku gereksinimini hayal bile edemezsin. Evde pijamalarını giymiş, televizyon seyrederken düşünemezsin, onları. Böyle olunca, yani insani vasıflarından uzaklaştırınca, mükemmellik yapıştırınca, onları hatasız kabul edince, onların yaptıkları hatalarda insanoğlu da yanlış güzergahlara savrulur gider, ondan sonra.

Şöhret basamaklarında şişirilen kişi ise, üç kuruşluk kabiliyeti var ise, beş kuruşluk kabiliyet vehmetmekle, üstadın dediği gibi kendisinde olmayan kabiliyeti de sahiplenmiş olur. Yani sınır ihlali ile karşı karşıya kalmış olur. Sonra aşağıya da inemez, oralarda şöhretin sarhoşluğuyla daha büyük hatalara açık hale gelmiş olur. Zaten kendisinin olmayan bir malı sahiplenmekle bir nevi hırsız olmuştur aslında, ama farkında bile değildir.

Evet, hak etmediği halde şöhret sayesinde, üstüne aldığı her ne ise, o şeyin hırsızı olmuştur neticede, istese de istemese de.

Manevi yolda mesafe katetmiş şahsiyetler, bunu çok iyi bildikleri için, en ufak bir iltifat karşısında dahi, aşırı tevazu ile, hemen yakıştırılan sıfatı reddederler. Hiçbir iltifatı üzerlerinde bıraktırmazlar, hemen bir toz zerreciği gibi silkeler, yere çalarlar, onu. Kendilerinin sahip oldukları malı dahi reddederler ki; sahip olmadıkları herhangi bir mal üzerlerine konmasın. Böylece nefislerini her türlü felaketten korumuş olurlar. Her daim Allah Teala ile olanlar, yani kendini sürekli huzurda hissedenler, sahip oldukları ne varsa, hepsinin Allah'ın kendilerine lütfu olduğunun idrakinde olduklarından, kendilerinin emanetçi, asıl sahibin Allah Teala olduğunu bildiklerinden, hiçbir şeyi sahiplenmezler. Hatta biraz daha ileri gidip, üzerlerindeki güzel hasletlerin varlığını dahi kabul etmezler, o an Allah Tealanın tecellisi şeklinde değerlendirirler. Bu şekilde de şöhret bataklığının yanına dahi yaklaşmamış olurlar.

O halde biz de şöhret konusunda çok dikkatli olmalıyız. Hele ki, facebook, twitter gibi sosyal medyanın bu kadar yaygın kullanıldığı bir zamanda, kendimizi samimi olarak sigaya çekip, neyin peşinden koştuğumuzu sorgulamamız elzemdir, diye düşünürüm. Mesela, paylaştıklarımızın beğeni sayısı veya başkaları tarafından paylaşım sayısı ile memnuniyet hissediyor muyuz, hissetmiyor muyuz? Yazılarımızın tıklanma rakamını takip ediyor muyuz, etmiyor muyuz? Önce nefsime, sonra dostlarıma...

Allah Teala nefsimizin şerrinden ve şöhret bataklığından ve dahi hakkımız olmayan malları malımız telakki etmekten bizleri muhafaza eylesin. (amin)

Gürcan Onat

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...