Geçen akşam Karadeniz TV’de Nilgül Doğan hanımefendiyle Hulki Cevizoğlu’nun Ceviz Kabuğu programına katıldık. Canlı yayınlanan programda E. Tuğgeneral Nejat Eslen diğer katılımcıydı.
Nilgül hanım; Balyoz darbe planı diye ünlenmiş plan seminerinin tutuklu sanığı, eski 1. Ordu Komutanı E. Orgeneral Çetin Doğan’ın eşidir.
İlk defa karşılaştığımız Nilgül hanımla beş buçuk altı saat kadar süren bir yakın konuşma imkânı bulmuş olduk.
Nilgül hanımı çok yaralı ve dertli gördüm, hem de çok derin.
Masum olduğuna inandığı eşinin mağduriyetinin giderilmesi için, o da elinden geldiğini yapmaya çalışıyor. Adeta çırpınıyor. Ağzını açtığı zaman hiç kapatmak istemeksizin, bütün heyecanıyla hadiseleri anlatmaya çalışıyor. Gözlerinin içine baktığınız zaman ıztırabını, derdini hissedebiliyorsunuz. Benliğini sarmış olan bu yara sanki onu bir saniye bile yerinde oturtmuyor, sürekli çare diye her yere saldırtıyor…
Empati yapmaya çalıştım. Gözlerinin içinden derinlerdeki yaraya bakarak;
“Sizi çok iyi anlıyorum, hanımefendi.” Dedim ve devam ettim.
“Sanırım beni de en iyi anlayacak olan sizsiniz. Binlerce insan yalan ve iftiralarla, uydurma gerekçelerle ordudan atıldı. Onların eşleri, çocukları aç, sefil, perişan oldu. Haklarını da arayamadılar. Büyük bir çoğunluğu da atılmamak için çok sevdiği mesleklerinden buruk bir şekilde emekli olmak zorunda kaldılar.”
Sustu Nilgül Hanım. Yorum yapmadı. Sanki inanamamış gibi bir hali vardı.
Cevizoğlu’nun bir sorusu üzerine, elimdeki bir astsubayımıza ait ikaz yazısını gösterdim. -“Sizi ve eşinizi yapılacak çay, toplantı, konferans ve eğlencelere katılmanız ve tutum ve giyiminizi düzeltmeniz için son kez ikaz ediyorum” şeklindeki beşinci maddeyi okuyunca sağ yanımdaki Nejat paşa hemen itiraz etti. Nilgül hanım da kabullenemedi. Israrla böyle şey olamaz bunun için kimse ordudan atılmaz demeye başladılar. Ama Cevizoğlu ilgilendi belgeyi elimden alarak, inceledi ve kameralara gösterdi.
Ben; -“bunun gibi binlerce var” derken, Nejat paşa kesinlikle kabullenmiyordu. Hatta üzerini örtmeye çalışıyordu. Diğer belgeleri çıkartmaya çalıştıkça, müdahale edip, beni susturmaya çalışıyorlar ve bırakın böyle şeyleri diye yükleniyorlardı.
-“Peş peşe emirler gelmeye başladı, eşini aç kokteyle dansa getir diye. Lojmanda perdelerimizin kapalı olmasına kadar her şey sorun oldu. Nihayet Tabur Komutanı –“ya işini ya eşini seç” dedi. Eşimden vazgeçmeyince işimden oldum.” Yazısını okuyunca yine itiraz ettiler. –“Bu bir kâğıt, belge değil” dediler. Adını verdim. Çağırın gelsin, konuşsun dedim. Yakup Baykan’a verilen; 11 Aralık 1997 tarihli, tebligat konulu yazıyı gösterdim. –“Bunu yazan; Tabur Komutanı, bir yarbay bunlar Silahlı Kuvvetleri temsil etmez” diye itiraz ettiler. Adnan Paşamdan not aldığım Doğu Aktulga’nın –“İşine besmele ile başlayan bizim için potansiyel tehdittir.” Sözünü söyleyince –“Ölmüş adamın arkasından konuşmayalım” oldu. –“Doğu Silahçıoğlu’nun kışlaya sebze getiren kamyonu üzerindeki “Allah Korusun” yazısıyla içeri almayınca kamyoncu yazının üzerini kartonla kapatarak kışlaya girebilmiş” deyince, -“bunların belgesi yok dediler”.
Aslında belge o kadar çok ki; daha söyleyemediklerimiz binlerce zulümler, Etimesgut işkenceleri, neler neler…
Zübeyir Tufan’ın o işkencelerden canlı yayında ağlayarak anlattığı; küfürler, dayaklar. –“Astsubayım bu sorgulama Hava Kuvvetleri ile personelinin düellosudur. Eğer şu anda Erdal İnönü başbakan olsaydı senin gibilerini çok rahat ipe gönderirdik. Sen Mamak’ı biliyor musun? Orada daha önce (12 Eylül’ü işaret ederek) suçlunun karısını getiriyorlardı ve gözü önünde tecavüz ediyorlardı, suçluyu konuşturmak için dediler” sözlerini söyletmediler.
Israrla kabul etmiyorlar, bu sebepler yüzünden kimse ordudan atılmaz diyorlardı. Ben de dosyaları orada, gidin inceleyin dedim.
Ancak şu konuda anlaştık ki o da; namaz kıldığı için, hanımı örtülü olduğu için bir personelin ordudan atılmasının kabul edilir bir şey olamayacağı, bunun çok yanlış olduğu hususudur.
Demek ortak paydamız; fikir ve inanç hürriyetinin kısıtlanamayacağı, insanların diledikleri gibi inanmaya, diledikleri gibi düşünmeye ve bunları ifade etmeye hakları olduğu konusudur.
Nilgül Hanımefendiye –“Silivri’de hakkın, adaletin tecelli etmesi için dua ediyorum” dedim. Aslında yargılanma hakkının olmasının ve insanın yargılanabilmesinin ne kadar güzel bir şey olduğunu da ifade ettim. Çünkü binlerce insan yargılanma hakkından mahrum bırakıldılar. Bu insanlar bizi yargılayın diye bas bas bağırdılar. Kitaplar yazdılar. Kemal Şahin’in Yargılanmak İstiyorum kitabını gösterdim. –“Sizinkiler haklarını aldılar daha ne istiyorsunuz diye Nejat Eslen paşa müdahale etti. Hayır dedim bir kısmı hakkını aldı, daha binlerce mağdur var. YAŞ kararları ile resen emekli edilenlerin bir kısmı hala hakkını alamadı. Kararname mağdurları, istifa ve emekliliğe zorlananlar, askeri öğrenciler, işçi memur ve uzmanlar hala haklarını alamadılar.
Sanırım sağırlar diyalogu gibi bir halimiz var. Farklı mahallelerde oturup, kendi mahallemizin sorunlarından başka sorunu görmüyor ve hatta kabul etmiyor gibiyiz. Kendi yaramız çok büyük, başkalarının ki küçücük bir çizik…
1971 mağdurları, ADAM DER ve RE DER üyeleri de canlı yayına telefonla bağlandılar. Biz de destekledik. —“1971 Muhtırası ve 1980 ihtilali Kışlada sol kıyım yaptı, 28 Şubat süreci de dindarları kıydı” dedik.
Üçümüzde; 12 Eylül öncesinde Harp Okullarını, hatta neredeyse tüm Silahlı Kuvvetlerini sağ sol diye böldükleri konusunda hem fikirdik. Ben o yıllarda bir Harp Okulu öğrencisi olarak, özellikle de o zamanki ülkücü düşünce ve ideolojiye sahip yapımla yaşadıklarımı, sol fikirli arkadaşlarıma nasıl düşmanca baktığımı ve bunun ne kadar yanlış olduğunu, nasıl kandırılmış olduğumu tüm samimiyetimle itiraf ettim. Devrelerimden dokuz sol fikirli arkadaşımızın sorgusuz, sualsiz, işkenceyle atılmış olduğunu ve fakat bunların da şimdi iadeyi itibarlarını aldıklarını ve bizim yıllar sonra nasıl kucaklaştığımızı ve kendilerinden helallik dilediğimi anlattım.
Sol kıyım konusunda yaklaşımlarımız aynıydı. Fakat nedense dindar insanların kıyımları konusunda kafaları karışıktı. İnanamıyorlardı. Tarikat mensubu olduklarını söylemeye çalışıyorlardı. Ben de bunu tamamen iftira ve bir kılıf olduğunu, hiçbirisinin ispatlanmadığını söyledim. Zaten yargılanma bunun için çok önemli değil mi? Neden yargılanmadan atıldılar!
ASDER kurulduğu günden itibaren, bizim ilke ve prensiplerimiz çok açık ve nettir. Kim olursa olsun, kime yapılırsa yapılsın, hukuksuzluğa karşı mazlum ve mağdurun yanında yer aldık. İnsanların fikir, inanç ve düşüncelerini sorgulamadık. Temel insan haklarını baz aldık. Vesayet rejiminin bitmesi, ileri demokrasinin yerleşmesi için mücadele ettik. Darbeler ve darbecilere karşı dimdik ayakta durduk.
Nilgül hanımın eşi Çetin Doğan şu an yargılanıyor. Davetine icabet edip; 15 Haziranda, Allah’tan bir mani olmazsa Silivri’ye gitmeyi düşünüyorum. Kimseyi mesnetsiz suçlayamayız. Kişiler yargılanmaları neticeleninceye kadar, haklarındaki iddialar ispatlanıncaya kadar masumdurlar. Ancak şunu da çok iyi biliyoruz ki; şu an tutuklu olanların içlerinde binlerce arkadaşımızın kıyımına ortak olmuş olanlar vardır. Biz de adaletin tecelli etmesini istiyoruz. Elbette suçsuz olanlar beraat etsin ve fakat suçlular da hak ettiği cezalarını alsınlar.
27.05.2012 Gürcan ONAT