Teferruatlı bilgiler, Siyer kitaplarında vardır.
Bu mevzuda;
1 – “-Acaba dünyayı teşrifi de, dünyadaki cismanî hayatının terki de niçin 63 yıl arayla Rebi-ül Evvel ayının 12. Pazartesi günü olmuştur?”
şeklinde bir sual akla gelebilir.
Hayatı ve mevti veren Allah’ın (c.c.) bundaki hikmetlerini tahmine çalışanlar daha önce belki olmuştur ve şimdi de olabilir; fakat elbette ki, bundaki ilahî hikmetleri biz tam olarak bilemeyiz.
Bu mevzua gereksiz yere merakımızı sarfedip aslî vazifelerimizden geri kalmadan, bundan kendimiz için alabileceğimiz en mühim dersleri almağa çalışsak, çok daha isabetli hareket etmiş oluruz.
Bundan alabileceğimiz en mühim derslerden biri de, belki şu olabilir:
Hayat, aslında içinde yaşadığımız günden ibaret gibi düşünülmelidir. Çünkü, insanın ömrü, birer günlük kısımlara bölünmüş; ömrün birer günlük birimleri hangi îman niyet, gaye ile ve hangi işleri yaparak geçirilirse, ömür de öyle geçirilmiş olmaktadır.
Hayatı içinde yaşadığımız günden ibaretmiş gibi görmeli; ona göre hareket etmeliyiz. Zamanı geçirmeğe veya kaçırmağa değil; tutmağa, yakalamağa çalışmalıyız. Bir saatin akrep ve yelkovanını elimizle geriye döndürebiliriz, ama gafletle geçen saatleri dakikaları tekrar yaşamak için zamanı geri döndürmek elimizde değildir.. Onun için, geri dönmemek üzere geçen her bir dakikamızın kıymetini idrak etmeli, istifadeye çalışmalı; bize bir sermaye olarak verilmiş ömür zamanımızı ahmakçasına israf edip tüketmek yerine, çok kârlı bir âhiret ticaretini kazanmak yolunda tam bir şuurla ve dikkatle sarfetmeliyiz.
Bunun için de, bize en büyük rehber olan Resulullah’ın (s.a.s.) izinde yaşamalı ve onun sünnet-i seniyyesine tabi olmalıyız.
Diğer bir sual:
2 – Peygamberimiz’in (s.a.s.) doğumunun yıldönümü Müslümanların büyük ekseriyeti tarafından bilinmesine rağmen, onun vefatının yıldönümünün Müslümanların büyük ekseriyeti tarafından bilinmemesinin sebebi acaba ne olabilir?
Bu sualin cevabı olarak, onun cismen aramızda olmasa da ruhen aramızda ve ümmetiyle çok alâkadar olması hakikatı düşünülebilir. Âyet de bize bunu böyle bildirmektedir:
“Şanım hakkı için size bir Resul geldi ki: kendinizden, gayet izzetli, zorlanmanız ona ağır geliyor, üstünüze hırs ile titriyor, mü'minlere raûf, rahîmdir”
[Tevbe Sûresi, 9/128]
Peygamberimiz’in (s.a.s.) bu âyetle de açıkça bildirilen “rahmet peygamberliği” sıfatı, elbette ki yalnız bu âyetin nâzil olduğu zamandaki Müslümanlar için değil; kıyamete kadar gelecek bütün Müslümanlar, hatta bütün insanlar içindir.
Âyette bildirildiği gibi, “mü’minlerin zorlanması ona ağır gelen, onların üstüne hırs ile titriyen, mü'minlere raûf, rahîm olan” Resulullah’ın (s.a.s.) elbette vefat etmiş olması değil; ruhen hayatta ve aramızda oluşu mü’minlerin âleminde yer alır ve Rebi-ül Evvel’in 12. günü ayni zamanda onun vefat yıldönümü de olmasına rağmen, belki bu sebeble o gün yalnız “doğum yıldönümü” olarak hatırlanır ve Resulullah’ın (s.a.s.) doğum yıldönümü günü olarak programlar icrasına çalışılır.
Her türlü hamd ve övgü, medih ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a (c.c.) mahsustur. Salât ve selam ise, Efendimiz Muhammed (s.a.s.) ile, onun Âl ve ashabının üzerine olsun.